Babam Sultan Abdülhamid – Ayşe Osmanoğlu

Hâtırat, tarih kaynakları arasında en önemli yere sâhip olan yazın türlerinden bir tanesidir. Arşiv evrakının sıkıcı/resmî dilinden ari olarak kaleme alınan ve içten bir üslûpla yazılan hâtırat türündeki eserler, tarihçilerin “çalıştıkları konu hakkında tespit ettiklerinde kaçırmayacakları” bir mahiyettedirler. Ancak, insan faktörünün bütün özelliklerini bünyesinde barındıran hâtırat; tarafgirlik, kendini ön plana çıkarma, belgesi/ispatı paylaşılmaksızın ifade sarf etme, yakın olmadığı kimseleri karalama vb. unsurları içerebilir. Özellikle, hayatı boyunca tartışmalı okların hedefinde kalmış ve ömrünü tamamlasa bile birtakım meselelerin “odak noktası” olarak kalmaya devam edeceği kanaati hâsıl olan şahsiyetler veya yakınları “böylesi eserler meydana getirme ihtiyacını” hissederler. Pek tabiî olan bu ihtiyaç; belge, resmî niteliği haiz evrak, fotoğraf vb. görsel veri, sahihliği doğrulanabilecek türden başka kimselerin şâhitliği doğrultusunda yazıldığında ciddî önem kazanır ve asırlar geçse de önemini muhafaza eder. Öyle ki; Osmanlı İmparatorluğu başta olmak üzere, döneminin dünyasında “önemli bir otorite kaynağı” hüviyetindeki Sultan II. Abdülhamid’i konu edinen ve bizâtihi kızı Ayşe Osmanoğlu tarafından yazılmış olan “Babam Sultan Abdülhamid” isimli eser[1], bu hususta verilebilecek örneklerden bir tanesi olarak karşımıza çıkar.

            İstibdat rejimi, Jön Türkler-Yeni Osmanlılar ile mücadele, İslâmiyet’in muhafızı halife, Türklerin müdafii “Gök Sultan”, Ermeni düşmanı/kâtili (!) “Kızıl Sultan”, şüpheci ve “pinpirik padişah”, hafiye ordusunun efendisi, “Yıldız’daki Baykuş”, “kurtlarla dans eden Abdülhamid”, “bir karış toprak vermeyen padişah”, “Yahudiler ile mücadele eden İslâm Halife’si Abdülhamid”, hâtıratı var mı yok mu tartışmaları gündemden düşmeyen/düşürülmeyen padişah… Evet, bunlar ve daha niceleri var Sultan II. Abdülhamid hakkında söylenegelen! Her yapının, topluluğun, görüşün, otoritenin farklı açılardan baktığı ve tarafgirliğin ağırlığı altında “anlaşılamayan”, “hakkı teslim edilemeyen” ve “tartışmalardan azat edilip kabrinde rahat bırakılamayan” bir padişahtır, II. Abdülhamid! Yaşayışı ve yükümlükleri dolayısıyla herkes gibi günlük hayatını idame ettiremese de bir insan, bir baba, bir vatanseverdir. Kısır tartışmaların ekseninde telâffuz edilen ismi, belirli akademik çalışmalar ve hâtırat türündeki eserler hâricinde “özel hayatının hakikî yönleri” ve “bir insan olarak Sultan Abdülhamid portresi” gibi odaklara maruz kalmaz. Kaldı ki; bunlardan iki tanesi doğrudan kızları Ayşe ve Şadiye Osmanoğlu[2] Hanımefendiler tarafından kaleme alınmış olup “Babam Sultan Abdülhamid” adını taşımaktadırlar. Aynı adı taşıyan bu iki eser arasında kapsamı ve -tabiî olarak- hacmi bakımından daha teferruatlı olanı, Ayşe Hanım tarafından kaleme alınan ve tanıtım yazımıza konu olan eserdir.

            Ayşe Hanım’ın eseri, yedi adet bölüm ve fotoğraflar ile belgelerin bulunduğu kısımdan oluşmaktadır. Birinci Bölüm (s.13-108), “Babam ve Yıldız Sarayı” başlığını taşımakta olup eserin en hacimli parçasıdır. İçerisinde münferit meselelere dair başlıklar barındıran bölümde Sultan II. Abdülhamid’in özel hayatı olduğu kadar Yıldız Sarayı’nın da özel hayatını görebilmek mümkündür. Sultan’ın fiziksel özellikleri ve hususiyetleri hakkında bilgi vermekle başlanan hâtırat, Ayşe Hanım’ın gözünden Sultan II. Abdülhamid’in fiziğine dair şu bilgileri içermektedir: Orta boylu, saçı ve sakalı kumral, saçları tepeden dökülmüş, burnu, Osmanlılara dair bir görünüme sâhip, gözü yeşil ve mavi arasında elâ bir renkte, elleri ve ayakları orta büyüklükte, yüzü de pembeye çalan bir beyazlıkta idi (s.15). Gri rengini sevdiği için bu renkteki sâde kıyafetleri tercih ettiği, resmî günlerde hükümdarlık alâmetini taşıyan üniformasını -tabiî olarak- esvapçıların kuşandırdığı, herkesçe malûm olan marangozluk meziyetini icra ederken de “kahverengi kadife pantolon ve kolları sıvalı gömlek” giydiği kaydedilen bilgiler arasındadır (s.15-17). Annesinin erken yaşta vefat etmesi, ana-baba bir olan iki kardeşinin de (biri sultan, diğer şehzâde) çocuk yaşta âhirete irtihâlleri dolayısıyla bayağı etkilenmiş olan Sultan Abdülhamid; çocuklarından iki tanesine, yitirmiş olduğu kardeşlerinin adlarını vermiştir. Sultan’ın duygu yapısını gösteren bu bilgileri verdikten sonra bir tartışma konusuna açıklık getiren Ayşe Hanım; Sultan’ın saltanatı zamanında sarayda Rum ve Ermeni câriyelerin bulunduğuna yönelik iddiaya temas etmiş ve bunları “Ahmed Saib’in ortaya atmış olduğu iftiralardan ibaret” olduğu şeklinde açıklamıştır.[3] Sonrasında, Sultan’ın günlük yaşantısını anlatmış ve gün içerisinde yediği-içtiği hakkında bile bilgiler verilmiştir (s.26-30). II. Abdülhamid’in şehzâdelik yıllarında doğup yine o yıllarda, çok küçük bir yaşta vefat eden kızı hakkında anekdot verilmiş (s.39-41) ve ilk çocuğunu kaybetmiş olan II. Abdülhamid’in sıkça “bundan sonra Ulvîye’m kadar hiçbir evlâdıma düşkünlük göstermeyeceğim” dediği kaydedilmiştir (s.41). Birinci Bölüm’de anlatılan en mühim meselelerden bir tanesi, Sultan II. Abdülhamid’e karşı düzenlenen “bombalı suikast” girişimidir. O sırada saraydan çıkmış ve Yıldız Câmii’ne doğru gitmekte olan Ayşe Sultan; büyük bir patlama sesi duyduğunu, câmie yaklaştıklarında pek çok naaş gördüğünü, câmii merdiveninin üçüncü basamağında beliren babasının soğukkanlı olduğunu ve etraftakileri sefirlerin “Sultan II. Abdülhamid’e övgüler, methiyeler dizdiği” gibi ifadelerde bulunmaktadır (s.60-63).

            Eserin İkinci Bölümü, Ayşe Sultan’ın şahsî hayatına ilişkin hâtıralarını konu edinmektedir. Burada temas edilen konular, sırasıyla şöyledir: Doğumu hakkında edindiği bilgiler; Annesi Müşfika Sultan’ın kısa biyografisi; okumaya başladığı ve öğrenim gördüğü yıllar; çocuklu düşünceleri; piyano eğitim almaya başlaması; yaşmak tutması; dadısı ve dadısının ölümü gibi şahsî meselelerden ibarettir.

            Ayşe Hanım’ın şahsî hatıralarından sonra başlayan Üçüncü Bölüm, II. Meşrutiyet Dönemi’ni ele almaktadır. Meşrutiyetin yeniden ilân edilme süreci ve bu sürecin akabinde yaşananlar hakkında verilen bilgiler oldukça mühim olup Sultan II. Abdülhamid’in hâlet-i rûhîyyesine dair tespitler içermektedir. Meselâ; uzun yıllar kendisine sadâkat ile hizmet etmesine rağmen yurtdışına kaçmış ve Jön Türklere dâhil olmuş olan Ârif Bey, yaptıklarından pişman olmuş ve Sultan II. Abdülhamid’in huzurunda af dileyip pişmanlığını bildirmiştir. Bunun üzerine “kendisini affettiğini” söyleyen Sultan’ın tavrı karşısında duygulanan Ârif Bey, kısmî baygınlık geçirmiş ve II. Abdülhamid “zavallı çocuk, bir şeydir yaptı. Arkadaşlarına uydu. Hâlbuki o, beni severdi” cümlesini sarf etmiştir (s.133). Bu, Sultan II. Abdülhamid’in merhamet ve babacan tavrını gösteren bir örnektir. Aynı bölüm içerisinde ele alınan ve meşrutiyet bahsinin hemen ardından temas edilen yegâne mesele, Sultan II. Abdülhamid’in hâl’ edilmesidir. 31 Mart (13 Nisan) 1909 hâdiselerinin tetiklediği hâl’ olay esnasında Yıldız Sarayı’nda yaşananlar, Ayşe Hanım’ın gözünden şöyledir: Sarayda hiçbir hizmetli kalmamış, havagazı ve su kesilmiş, saraydaki kadınlar metanetini yitirmiş, kendine güvenen ve ciddiyetini muhafaza eden bir tek Sultan II. Abdülhamid imiş, hâl’ tebliği için gelen heyet ve heyetin okuduğu fetvaya Sultan’ın verdiği karşılıklar vb. önemli konulardır.

            Hâtıratın Dördüncü Bölümü “Selanik’te Alâtini Köşkü’nde Dokuz Aylık Hayatım” başlığını taşımaktadır. Buraya varmalarıyla başlayan bölüm; Fethi (Okyar) Bey’in kendilerini karşılayan terbiyeli bir zabit olduğu, köşkün boş ve içerisinde nasıl yaşayabileceklerini anlamadıkları, lâzım olan malzeme vb. ihtiyacın temin edilmesi çabaları, Sandanski’nin köşke gelmesi ve zabitlerin onun için ziyafet düzenlemeleri, bu durum üzerine köşkte görevli bulunan Rasim Bey’e “Sandanski gibi birisinin Türk düşmanı olduğunu ve böylesi bir ziyafetin kendileri için utanç kaynağı olacağı” minvalinde bir konuşma yaptığı (s.172) gibi mühim anekdotlar içermektedir.  

            Balkanların tehlikeye girmesi, Balkan devletçiklerinin bir araya gelip Osmanlı’ya saldırmaları dolayısıyla Balkanların tehlikeye girmesi ve burada yaşayan eski padişah ve ailesinin mutlaka İstanbul’a getirilmesi fikri, dönemin idarecileri tarafından kararlaştırılmış bir zarurettir. Bahse konu zaruretin konu alındığı ve II. Abdülhamid’in İstanbul’daki son yıllarının değinildiği Beşinci Bölüm; sâbık sultan ve yanında bulunan ailesi için Selanik yıllarının bitmesi ve yeniden İstanbul’a gelmeleriyle başlamaktadır. Savaş yılları içinde Enver Paşa ile görüştüğü, oğlu Şehzâde Abid Efendi’nin merasimlere iştirak ettiği ve bundan memnun olduğu, süreç içerisinde hastalandığı ve 10 Şubat 1918’de vefat ettiği gibi bilgileri içermektedir.

            Eserin Altıncı ve Yedinci Bölümleri ise; önceki bölümlere nazaran “aktüel” ve “bir meseleye odaklanan” türdendir.  Öyle ki; Altıncı Bölüm, Sultan II. Abdülhamid’in ailesine mensup şahsiyetler hakkında yer yer kısa “biyografik bilgiler” içermekte ve birtakım şahsiyetlere dair birkaç anekdot barındırmaktadır. “Cemil Paşa’ya[4] Cevap” başlığını taşıyan Yedinci Bölüm (s.277-289) ise; eserin daha önceki nüshalarında bulunmayan ve esere sonradan dâhil edilmiş bulunan bir mahiyettedir. Ayşe Osmanoğlu’nun yazdığı ve daha önce esere dâhil edilmediği bu bölüm; Cemil Paşa’nın “80 Yıllık Hatıralarım” başlıklı eserini “sahife-sahife” eleştiren ve bu eleştirilerini mâkul bir dil ve bilinçle yapan Ayşe Hanım’ın “Cemil Paşa’nın yazdıklarının uydurma ve “Binbir Gece Masalları’ndan hâllice” olduğunu, yazdıklarında kendisi yüceltme ve kendini tarih önünde değerli gösterme emelleri güttüğünü içermektedir.

Netice itibarıyla; Ayşe Osmanoğlu tarafından kaleme alınan Babam Sultan Abdülhamid, döneminin en güçlü simalarından birisi olan II. Abdülhamid’i kızının gözünden ele almaktadır. Bu hâtırat içerisinde Sultan II. Abdülhamid’in fizikî ve hususî yapısı; şahsî, ailevî ve iş hayatı; devlet yönetimindeki tutumu ile yakınında bulunan devlet adamları hakkındaki tasavvurları; II. Meşrutiyet’in ilân edilmesinden sonraki yaşananlar; Sultan II. Abdülhamid’in hâl’ edilmesi neticesinde kendisi ile maiyeti ve ailesinin Selanik’e sürgün edilmesi ve burada yaşanılan hâdiseler; Balkan Savaşları dolayısıyla Sultan ve maiyetinin İstanbul’a geri dönmesi ve bu süreçte yaşananlar gibi önemli hususlar, mevzuubahis eserde kendisine yer edinmiştir. Kapsamı itibarıyla geniş mahiyetli olan bu eser; oldukça sâde, akıcı ve anlaşılır bir üslûba sâhiptir. Bu yüzden, eserin idrak edilememesi veya okurun sıkılması gibi bir durumdan bahsetmek mümkün değildir. Bununla birlikte; eserin “Albüm ve Belgeler” kısmında verilen görseller, esere renk katması açısından önemli bir husustur. Zikrettiğimiz tüm bu hususlar değerlendirildiğinde; üzerinden yıllar geçse de canlılığını muhafaza edecek olan “Babam Sultan Abdülhamid” isimli hâtırat, okunulması ve dönemi konu çalışmalarda değerlendirilmesi gereken bir eserdir.

Yazar: Samet Yıldız, Yüksek Lisans Öğrencisi, Ege Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Tarih Anabilim Dalı, Bornova/İZMİR, E-Posta: sametyildiz.iletisim@gmail.com, ORCID: 0000–0003–4098–2718.

Babam Sultan Abdülhamid, Ayşe Osmanoğlu, İstanbul, Timaş Yayınları, 2018, 320 Sayfa, ISBN: 978-605-08-1202-2.


[1] Eserin daha önceki baskıları ve yayınlanma süreci, şöyledir: Hâtıratın Hayat Mecmuası’nda tefrika hâlinde yayımlanması (1956); Güven Yayınvei baskısı (1960); Selçuk Yayınları baskısı (1986); Selis Yayınları baskısı (2009).

[2] Şadiye Osmanoğlu, Babam Abdülhamid, Timaş Yayınları, İstanbul 2016.

[3] Bu açıklamasında da haklıdır. Zira Ahmed Saib Bey, Sultan II. Abdülhamid Dönemi’nde askerlik yapmış, Mısır’da askerî misyonda bulunmuş, İttihatçılarla temas kurmuş, Mısır’da gazete çıkarmış ve yazın faaliyetinde dâima Sultan II. Abdülhamid’i eleştiren ve V. Murad’ı öven bir yaklaşım içerisindedir. Bkz. Samet Yıldız, “Ahmed Saib Bey’in Tarih Yazımı Üzerine Düşünceleri”, Düşüne ve Tarih, Y.9, S.105 (Haziran 2023), ss.17-20.

[4] Türkiye Cumhuriyeti’nde modern cerrahînin kurulmasında rol oynayan hekim ve İstanbul Belediyesi’nin eski başkanlarından olan Cemil Topuzlu’dur (1866-1958).

0 0 kere oylandı
İçeriği Değerlendir