Emevî Devleti’nin Kuruluşu –
R. Stephen Humphreys

İslam tarihinin en tartışmalı dönemi hiç şüphesiz ki Emevîler dönemidir. Emevîler dönemi de öncesi ve sonrasıyla İslam tarihi içindeki siyasi ayrılıkların ve çatışmaların kilit noktası hükmündeki Muâviye b. Ebu Süfyan’ın hayatında düğümlenir. Zira bir yerde devletin kimliğini kendi kişiliğinde eriten Muâviye, yaşadığı devire, hatta tüm İslam tarihine -sonraki etkileri düşünüldüğünde- damga vurur. R. Stephen Humphreys de Muâviye’nin şahsında Emevî Devleti’nin kuruluşunu işleyen bir eser yazarak, siyasi hırslardan neşet eden bir devletin doğuşunu ele alır.

Oryantalistlerin İslam tarihine olan ilgisi malum olup, Humphreys de bu minvalde bazen İslam tarihçilerinin pek yaklaşmak istemedikleri, siyasi konuların merkezinde yer alan bir şahsiyetin çözümlemesini yaparak, İslam’ın  niza faktörlerinin temeline inmeye çalışır. Devletlerin kuruluşunda evvelki siyasi tablonun yansıtılmasında genelden özele bir yol izlenirken, Amerikalı tarihçi tersine bir yol izleyerek Arap aşiret yapısındaki çekişmelerden yola çıkar. Aslında devlet yapısının tam manasıyla gelişmediği bir siyasi görünüm için bu yaklaşım normaldir. Ama yazarın tavrından pozitif ayrımcılığın kokusu alınır. Çünkü Humphreys’in Emevî Devleti’nden ziyade Muâviye’nin şahsına yönelik bir ilgisi mevcuttur.

Muâviye’ye ilişkin alakanın kısıtlı oluşundan yakınan Humphreys[1] bu nedenle neredeyse eserini bir biyografi şeklinde ele alır. Aslında biyografi seviyesi, hele detaylı değilse, ilgili okur kesiminin dikkatini çekmesi muhtemeldir. Tabii bu kaleme alınan eserin akademik seviyesinin indirgendiği zannını uyandırabilir. Fakat Humphreys bilgi arzını yaparken, ana eksene giren malumatı sunmakla beraber detayları yansıtan yorumların dozajını azaltır. Bu aşamada okurun gözünü korkutan dipnot yığını ve bolca kaynak atfı yapılmaz.  

Tabii yine eserde yazarın bu yaklaşımı akla şunu getirebilir: Acaba yazar kendi dilinde yayımlanmış kaynaklardan yola çıkarak basit bir sentez mi yaptı? Bu sorunun cevabı ilk aşamada müspet olmakla birlikte birçok Batılı araştırmacı gibi Humphreys de çalıştığı coğrafyanın dillerine hakim bir şekilde birinci el kaynakları elden düşürmeden eski ile yeninin sentezini yapar. Fakat eski kaynaklar Humphreys’in daha çok ilgisini çekmiş olacak ki anlatımının en güçlü referans noktalarını birinci el kaynaklar üzerine kurar.

Gerek eski kaynaklar gerekse de yeni metinler olsun bazen İslam dünyasının iç siyasi meselelerine olan yoğunlaşmadan dolayı anlatılması gerekenin başkalaştığı görülür. Örneğin bu tip İslam ve Arap siyasetinin derin mevzuları üzerindeki yorumlar dile getirilirken anlatanın kimliği merak konusu olur. Çünkü kişiden kaynaklı olarak konuya objektif bir yaklaşım bazen pek mümkün olmaz. Zira yazarın mezhepsel, etnik aidiyeti ve dini kimliği yazılan metne etki eder. Bu nedenle olayları görmezden gelerek etliye sütlüye karışmayan, günah keçisi arayarak bu suçu belli bir kişiye yükleyen[2], olayları olduğundan daha farklı bir noktaya getirerek çarpıtan yazarlar ortaya çıkar. Bu açıdan düşünüldüğünde Humphreys’in daha tarafsız olacağı kolaylıkla tahmin edilebilir. Ama Amerikalı yazar taraflı-tarafsız olma kaygısından azade biçimde metnini anlaşılmaz hale sokacak bu tehlikeyi önceden sezmiş olacak ki siyasi mevzular üzerinde fazla kalem oynatmaz.

Ele alınan biyografik kimliğin tartışmalı bir kişilik olması, hakkında söylenenlere dikkatli yaklaşılması gerektiği zaruretini de ortaya çıkarır. Bu açıdan Humphreys’in eserindeki yaklaşımı gayet evladır. Bir kere anakronik bir şekilde çağına uymayan övgücülerin ve lanetleyicilerin çarpıttığı bilgilere fazla itibar edilmez. Genel mutabakatın olmadığı konularda sadece olayın anlatımı öncelenir. Tarafların bakış açısının es geçilmesiyle okur sadece mevzunun gerçekleşme şekline vakıf olur. Böylelikle doğru ve yanlış etiketi okurun eline verilir. Bu yaklaşımın her kitapta izlenmesi şart değildir. Ama mevzu bahis Muâviye ve Emevîler olunca daha dikkatli davranılması esastır.

Humphreys altı bölümden oluşan eserine Muâviye Meselesi isimli birinci bölümle giriş yapar. Konunun sözün başında netleştirilmek istendiği bu kısımdan anlaşılır. Humphreys “Muâviye kimdir?” sorusuna objektif bir yanıt aradığı bu kısımda, Muâviye’nin yaşadığı dönemin kaynaklarından çıkarımlarıyla günümüzdeki Muâviye algısını karşılaştırır. Eserde de bolca kullanılan Belazüri ve Taberi gibi kaynakların Muâviye hakkında söyledikleri üzerinden oluşturulan paradigma sayesinde bazı konular netleşir. Özellikle biyografinin kronolojik bir modelle çakıştırılması, bunun ayrı bir alt başlıkla sunulması, eldeki doğruların gösterilmesi açısından tarih disiplinine yakışan bir tavırdır. Ayrıca Muâviye hakkında yapılan orijinal yorumlar onun İslam’a karşı duruşunu da netleştirmektedir. Yine söylenenlerin övgü ya da yergi olarak algılanabileceği bir mevzuda görüş bildirmenin zorluklarına karşın Humphreys durumu iyi kotarır. Misal hülasa diyerek özetlediği Muâviye meselesine ilişkin bu sözleri konuya üst akıl cephesinden baktığını ve Muâviye’yi iyi karakterize ettiğini kanıtlar: “Hülasa Muâviye, Müslüman dindarlık konusunda özel bir profil sergilemeyen, Cahiliye erdemlerini temsil eden bir adam olarak ortaya çıkıyor. İslâm’a saygı duymaktadır, ama onu harekete geçiren şey İslâm değildir (s. 32).

Konuya Muâviye’yi kaba taslak deşifre ederek başlayan Humphreys, ikinci bölümde konunun merkezine Muâviye’nin nesebini alır ve ailesel çekişmelerin orijinine iner. Aslında mevzunun anlaşılmasının önemi buradan anlaşılır. Günümüzdeki çetrefilli dini sorunların çıktığı odağın bu kadar net ortaya koyulması olayın tamamen dışında olan yabancı bir araştırmacının bile dikkatini cezbedecek kadar apaçıktır. Karmaşık sonuçların basit sebeplerinin olması tarihin nedensellik ilkesinin nasıl işlediğine iyi bir örnektir. Aslında Humphreys kısa ve öz bilgilerle konuyu bağlamından çıkarmadan ilintili olayları adeta yap bozun parçaları gibi birleştirerek genel bir panorama inşa eder.

Meselenin düğümleri ortaya koyulduktan sonra üçüncü bölümle Muâviye’nin tarih sahnesine çıkışına geçilir. Humphreys’in bundan sonraki bölümlendirmesi klasik tarih anlatımına uyar. Yani iktidar öncesi, iktidar ve icraat bölümleri sırasıyla 3, 4 ve 5. bölümlerde ele alınır. Aslında klasik tarih anlatımıyla taban tabana uygunluğun olduğunu savunmak biraz zordur. Çünkü iktidar basamakları, gücün kazanılması ve korunması, entrikalar her birinin kendine has iç dinamikleri vardır. Her ne kadar basit bir algıyla kolaylıkla anlatılabilecek süreçler söz konusu olsa da Humphreys deneyimiyle konunun bam tellerine ustaca dokunarak, okuru düşünmeye sevk eder. Sıffin ve Cemel Savaşları, Halifelik çatışmaları, isyanlar, İslam Devleti’nin intişarı vb. derken tarih ana hatlarıyla ortaya koyulur. Ama dikkat çeken unsur, Humphreys, sadece dokümanter bir sunumla yetinemez. Kafaya takılan önemli sorulara makul cevaplar vererek, tarihçi yorumunu okurundan esirgemez. Misal Muâviye’nin Bizans’la mücadele ısrarını farklı bir sebeple ilintili bir şekilde yorumlayan Humphreys fikrini şöyle ifade eder: “Ben Muâviye’nin, Küçük Asya’daki ve Ege’deki Bizans hakimiyetinin ekonomik ve demografik temellerini baltalamak ve Konstans ile Konstantin’in yeniden kurmaya çalıştığı Bizans ordularını çökertmek için yıpratma savaşı yürüttüğünü düşünüyorum.” Bu tarz satırlara kendiliğini katan Humphreys’in çabası takdir edilmelidir. Çünkü moda mod anlatımdan ziyade farklılık içeren yorumlar tarihi bilgiyi daha zengin hale getirir.

Esere özgünlük katan en kıymetli kısmı ise altıncı bölüm olarak görülmektedir. Çünkü başlığından da anlaşılacağı üzere (Yaşadığımız Kargaşanın Prensi: Bir Kültürel Gerilim Sembolü Olarak Muâviye) Muâviye’nin sorunun temeli olarak algılanmasının sebeplerine değinilir. Yapılan çözümlemelerin sosyo-kültürel dozunun fazla olması, olayın okur gözüyle analizini kolaylaştırır. Ayrıca dünya sosyolojisi için önemli bir bilim insanı kabul edilen Tarihçi İbn-i Haldun’a yapılan atıflarla desteklenen tarihi veriler, meseleyi daha da netleştirir. Humphreys eserini Batılılara hitaben yazsa da Doğuluların kendilerini anlatan satırlardan bir şeyler çıkarmaları mümkündür. İzaha muhtaç ve tartışmalara dönebilecek birçok ayrıntının olmasına karşın konunun açık ve net bir biçimde az çok bilinir kılınması ilk aşamada yeterlidir. Bundan sonrası için de yazar elinden geleni yapar ve zikrettiği kaynaklar vasıtasıyla okuru yönlendirir. Detaya inecek okurlar için tartışmaların sonucu olur mu bilinmez ama Humphreys konuyu güzel özetler.

Yazar böylesine mütevazi bir eser ortaya koyarken ciddi bir biçimde desteklendiğini de belirtmek gerekir. Batı’da benzer bir çalışma yürütecek bir Doğulu ya da daha açık biçimde bir Türk bilim insanına aynı şekilde burs ve seyahat olanağı tanınacağı şüphelidir. Belki de bu yüzden kendi sorunlarımızın çözümünün bize kaldığı bir döngü içindeyiz. Ayrıca yazarın vukufiyetini bu kadar arttıran bilgisini ve görgüsünü de tebrik etmek gerekir. Humphreys kendisinden önceki Oryantalistlerin taşıdığı bayrağı güzel bir biçimde devraldığına şüphe yok. Misal örnek verilecek olursa erken dönem İslam tarihinin ve Muâviye’nin ilk yıllarına ait karanlıkta kalan olaylar öylesine iyi irdelenir ki muadili olan eserlerde pek rastlanmayan anıt, para, sanat eseri, mektup, vergi kaydı, ferman vb.  gibi kaynaklarda es geçilmez. Son olarak konuyla ilgili araştırmacılardan oluşan uluslararası bir kurumun kurulması ve İslam’ın bu dokunulmak istenmeyen problemlerine dair çalışmaların yapılması beklenti dahilindedir. Yazarın ele aldığı eser benzeri çalışmaların ülkemizde de yapıldığı malumdur. Ama belki de Humphreys’in çok detaylı bir biyografik çalışması birçok konuyu netleştirebilirdi. Bilinmez, belki de bu eser  Humphreys’in büyük biyografisinin giriş kısmıdır.

Zafer SARAÇ, www.kitapsuuru.com sitesi Genel Yayın Yönetmeni

Emevî Devleti’nin Kuruluşu, R. Stephen Humphreys (Çeviren: İsmail Hakkı Yılmaz), Vakıfbank Kültür Yayınları, İstanbul, 2022, 164 Sayfa


[1] Humphreys Muâviye ile detaylı bir biyografinin olmamasından yakınır. Buna karşın ülkemizde İrfan Aycan’ın hazırladığı bir Muâviye biyografisi bulunmaktadır. Bkz. İrfan Aycan, Saltanata Giden Yolda Muâviye Bin Ebî Süfyan, Ankara Okulu Yayınları, Ankara, 2001. İlgili madde bkz. İrfan Aycan, “Muâviye b. Ebû Süfyân”, TDV İslâm Ansiklopedisi, https://islamansiklopedisi.org.tr/Muâviye-b-ebu-sufyan (20.09.2025).

[2] Buna örnek verilecek olursa Abdullah b. Sebe’nin ismi zikredilebilir. İslam Ansiklopedisi’ndeki maddesinin girişinde bile “İslâm dünyasında ilk fitnenin ve Şiîliğin ortaya çıkışında önemli rol oynadığı ileri sürülen kimse” diye bir epigraf bulunur. Bkz. Ethem Ruhi Fığlalı, “Abdullah b. Sebe”, TDV İslâm Ansiklopedisi, https://islamansiklopedisi.org.tr/abdullah-b-sebe (20.09.2025).

5 1 oy
İçeriği Değerlendir