İstiklalin Kumandanları – Selim Erdoğan

İstiklâlin Kumandanları, Vatandan Başka Sevgili Bilmeyenler. Dr. Selim Erdoğan tarafından kaleme alınan bu eser Kronik Yayınları tarafından 2024 yılında İstanbul’da neşredilmiştir. 222 sayfa ve 10 farklı bölümden oluşmaktadır. Eserin her bölümünde farklı bir ismin hayat mücadelesi anlatılmaya çalışılmıştır.

İstiklâlin Kumandanları’nın ana konusu Türk Kurtuluş Savaşı’nda çok önemli görevler üstlenen, Türk milletinin kaderini tayin eden, Mustafa Kemal Paşa’nın en büyük destekçisi olan kumandanların hayatlarının bilinmeyen yönlerinin gün yüzüne çıkarılmasıdır. Kitabın ana konusunu oluşturan kumandanlar sırasıyla şu şekildedir; Mustafa Fevzi Çakmak, Mustafa İsmet İnönü, Dadaylı Halit Akmansü, Ali Hikmet Ayerdem, İzzettin Çalışlar, Ali Fuat Cebesoy, Cemil Cahit Toydemir, Köprülülü Kazım Özalp, Şehit Miralay Nazım Bey, Yakup Şevki Sübaşı.

Kitap kaleme alınırken hatıratlar başta olmak üzere arşiv belgelerinden ve döneme dair yazılan akademik kaynaklardan faydalanılmıştır. Yazar olaylara ve kişilere karşı yaptığı yorumları akademik bilgi ve bulgular ışığında, sebep-sonuç ilişkisi içerisinde, kronolojiye dikkat ederek şekillendirmiştir. Bu nedenle eserin akademik yetkinliğe sahip olduğu söylenebilir. Ancak bir taraftan da kendine özgü bir tarza sahiptir. Biyografik değer taşıyan bu eser, yazarının da tabiriyle, bahse konu olan kişilerin hayatlarını klasik bir biçimde incelemeyip, alışılanın aksine farklı bir bakış açısıyla işlenmiştir. Karakterlerin bilinmeyen yönleri, birbirleriyle olan ilişkileri, dahil oldukları olaylara etkileri ya da yaptıkları icraatların görünmeyen sebepleri çok ince çıkarımlarla okura aktarılmaya çalışılmıştır. Sade ve yalın bir Türkçe ile yazılan eser, dönemin ve olayların doğru bir biçimde anlaşılmasına yardımcı olduğu gibi, adeta bir yudum su gibi aziz ve berrak bir dil yapısına sahiptir.

Yazarın bu eseri vücuda getirirken cevaplamaya çalıştığı sorular şu şekildedir; “Bu komutanlar neden Mustafa Kemal Paşa’nın yanında yer aldılar ve onunla birlikte hareket ettiler? Yolları nerede kesişti? Büyük kavgaya neden ve nasıl dahil oldular?”[1] Eserin her bir başlığında bu mühim soruların ustalıkla ve samimiyetle cevaplandığı görülecektir.

Türk Kurtuluş Savaşı’nın öneminin daha iyi kavranması açısından, savaşa giden sürecin de doğru anlaşılması gerekmektedir.

            Osmanlı Devleti, Rus İmparatorluğu ile 1792 yılında imzaladığı Yaş Antlaşması ile dağılma dönemine girmiştir. 1922 yılında saltanatın kaldırılması ve Cumhuriyetin ilanı ile dağılma bu dönem son bulmuştur. Dağılma devrinde uzun yıllar farklı cephelerde savaşmak ve iç isyanlarla mücadele etmek durumunda kalmıştır.

1789’da Fransız İhtilali’nin dünyaya yaydığı milliyetçi ve özgürlükçü düşünceler, çok uluslu yapıya sahip Osmanlı Devleti’ni de etkisi altına almıştır. Özellikle Balkanlar’da oturan Sırpların Rusya tarafından kışkırtılması sonucu 1804’te Sırp İsyanı patlak vermiştir. Osmanlı Devleti bu isyana sebebiyet verdiği için 1806’da Rusya ile savaşa tutuşmuştur.  Savaş 1812’de Bükreş Antlaşması ile sona ermiştir. Milliyetçilik akımından etkilenen Rumlar ise 1820’de isyan bayrağını çekmiş, 1829’da bağımsızlıklarını kazanmıştır.

Osmanlı Devleti 1826’da Yeniçeri Ocağı’nı kaldırmış, yeni bir ordu teşkil edemeden 1827’de Ruslarla savaşa girmiş ve 1829’da Edirne Antlaşması’nı imzalayarak mağlup olmuştur. Bu antlaşma ile Doğu’da Batum’a kadar olan topraklar Ruslara bırakılmıştır.

Osmanlı Devleti’nde azınlık isyanlarının yanında 1831 yılında Mısır valisi Kavalalı Mehmet Ali Paşa isyan etmiştir. Bu isyan Osmanlı Devleti’ni uzun yıllar meşgul etmiş ve yabancı devletlerin müdahalesiyle uluslararası bir krize dönüşmüş, 1841’de Mısır yarı özerk bir statü kazanmıştır. Bu olay devletin içişlerinde iktidarının ne denli zayıfladığını da göstermektedir.

1853-1856 Kırım Savaşı’nda, Osmanlı Devleti savaş meydanında kazanmış ancak masada mağlup edilmiştir. Osmanlı yönetimi konferansta alınan kararları kabul etmeyince yeni bir savaşa girmek kaçınılmaz olmuştur.

1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı, bilinen adıyla 93 Harbi Osmanlı Devleti için faciayla sonuçlanmıştır. Ruslar Osmanlı toprakları ve denizleri üzerinde hak iddia ederek girdiği savaşı kazanmış, Doğu’da Erzurum’a, Batı’da İstanbul yakınlarındaki Yeşilköy’e kadar ele geçirmiştir. 1878’de imzalanan Berlin Antlaşması ile Osmanlı toprağı olan Sırbistan, Romanya ve Karadağ’a bağımsızlık verilmiştir. Kars, Ardahan, Batum ve Artvin Rusya’ya bırakılmıştır. Osmanlı tebaası olan Ermeni ve Rumlara ayrıcalıklar tanınmıştır. Osmanlı Devleti’nin son yüzyılı bu önemli sorunlarla mücadele ederek geçmiştir.

İstiklâlin Kumandanları’nda bahsedilen isimlerin doğum yılları ortalama olarak 93 Harbi sonrasına denk gelmektedir. Bu nedenle içine doğdukları dünyanın ahvali çok iyi analiz edilmelidir. Zira bu isimlerin sonraki yıllarda aldıkları görevler ve verdikleri mücadeleler, yapılan analizler sonucunda daha büyük anlamlar kazanacaktır.

1909 yılında İstanbul’da Osmanlı idaresine karşı 31 Mart Vakası olarak adlandırılan büyük bir ayaklanma başlamıştır. Bu isyan Harekat Ordusu tarafından bastırılmıştır. 1911’de İtalya’nın Trablusgarb’a saldırması sonucunda Trablusgarb Savaşı çıkmıştır. Balkanlardaki ateş gittikçe büyümüş ve neticede 1912-1913 yıllarında Balkan Savaşları yapılmıştır. Osmanlı Devleti bu savaşlar sonucunda Kuzey Afrika’daki son toprağını, On İki Adalar’ı ve Balkanlar’da Edirne’ye kadar olan topraklarını kaybetmiştir. Arnavutlar bağımsızlığını ilan etmiştir. 93 Harbi ve Balkan Savaşları’nın Osmanlı Devleti’ne faturası çok ağır bir şekilde kesilmiştir.

1914 yılına gelindiğinde tüm dünyada biriken stres, gerilim ve kutuplaşma Birinci Dünya Savaşı’nın patlak vermesine sebep olmuştur. Büyük bir coğrafyanın bereketli topraklarında oturan Osmanlı Devleti’nin bu savaşa dahli kaçınılmaz olmuştur. Osmanlı Devleti, Almanya ve Avusturya’nın oluşturduğu İttifak Grubu’nun yanında savaşa katılmış, cephelerde çok kanlı mücadeleler vermiştir. Osmanlı Devleti canla başla savaşırken bir yandan da Ermeni ve Arap isyanlarıyla mücadele etmek zorunda kalmıştır. Savaş 1918’de İtilaf Devletleri’nin galibiyetiyle sonuçlanmıştır. Büyük bir yenilgiye uğrayan Osmanlı Devleti yok olmanın eşiğine gelmiştir. Mondros Ateşkes Antlaşması’yla birlikte İtilaf Devletleri başta İstanbul olmak üzere Osmanlı topraklarını işgal etmeye başlamış ve Osmanlı Devleti fiilen sona ermiş, Osmanlı ordusu terhis edilmiştir.

Yukarıda isimlerini tek tek andığımız yahut burada isimlerini zikredemediğimiz bir çok Türk askeri işgaller karşısında sessiz kalmamıştır. Yıllarca uğruna kan döktükleri, can verdikleri vatan toprakları öylece ellerinden kayıp giderken, düşmana boyun eğmek mümkün müdür? Mekteb-i Harbiye’nin tedrisatından geçmiş, şerefli Türk askerleri elbette ki bu yenilgiye razı olmayacaktır. Yalnız askerler değil Türk milleti de bu işgallere karşı tepki gösterecektir. İstanbul’da ve Anadolu’da düşman işgaline karşı mitingler ve protestolar başlayacaktır.

Mustafa Kemal Paşa, Harp okullarında aldığı eğitimlerle birlikte genç yaşlarından beri özgürlükçü düşüncelere sahiptir. Osmanlı Devleti’nin yozlaşan ve bozulan düzeninin değişmesi fikrini erken yaşlarından itibaren geliştirmiştir. Osmanlı ordusunun şerefli bir subayı olarak yıllarca cephede verdiği mücadelelere ve vatanın 1918’deki fotoğrafına bakıldığında, işgallere tepkisiz kalmayacağı aşikardır. 13 Kasım 1918’de Adana’daki görevinden İstanbul’a geldikten sonra, yıllarca cephelerde birlikte mücadele ettiği silah arkadaşları ile Şişli’deki evinde toplanarak kurtuluş için çareler aramaya başlamıştır. Anadolu’da işgallere karşı başlatılan direniş hareketleri Mustafa Kemal Paşa’nın da rotasını belirlemiştir. Kurtuluş mücadelesi İtilaf Devletleri’ne kayıtsız şartsız teslim olan İstanbul hükümetiyle değil, varıyla yoğuyla vatanını müdafaa eden Türk milletiyle verilecektir. Nitekim Mustafa Kemal Paşa 9. Ordu Müfettişi olarak atanmış ve kurtuluş ateşini yakmak üzere 19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıkmıştır.

Mustafa Kemal Paşa silah arkadaşlarının da desteğini alarak resmen Milli Mücadele dönemini başlatmıştır. İlk olarak Havza Genelgesi’ni yayınlamış ve vatanın kurtuluşu için silahlı mücadele safhasına geçme kararı alınmıştır. Direnişin hangi yoldan ve nasıl örgütleneceğine burada karar verilmiştir. Ardından Amasya Tamimi yayınlanarak, Sivas’ta ve Erzurum’da milli kongrelerin toplanmasına karar verilmiştir. Vatanın bütünlüğü ve milletin bağımsızlığı tehlikededir. Gaflet uykusunda olanlardan medet beklenmemeli ve Türk milleti kendi göbek bağını kesmelidir. 23 Temmuz’da toplanan Erzurum Kongresi’nde ulusal bağımsızlığın koşulsuz olarak gerçekleşmesi gerektiğine, Kuvayı Milliye birliklerinin tek kuvvet olarak tanınmasına karar verilmiştir. 4 Eylül Sivas Kongresi’nde ise manda ve himaye kesin olarak reddedilerek, milli egemenliği etkin kılma kararı alınmıştır. Direnişe karşı kurulan müdafaa cemiyetleri tek bir çatı altında toplanmıştır.

Mustafa Kemal Paşa’nın istek ve ısrarıyla Son Osmanlı Mebusan Meclisi 28 Ocak 1920’de yapılan gizli oturumla Misak-ı Milli kararlarını kabul etmiştir. Bu oturumun ardından İtilaf Devletleri 16 Mart 1920’de İstanbul’u resmen işgal ederek Osmanlı Devleti’ne resmen son vermiştir. İstanbul’un işgali ise 23 Nisan 1920’de Ankara’da Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin açılmasına sebep olmuştur. Böylece Mustafa Kemal Paşa’nın başkanlık ettiği, demokratik bir yapıya sahip olan Millet Meclisi, Cumhuriyete giden yolda önemli bir mihenk taşı olmuştur.

Savaş sonrasında Osmanlı orduları terhis edilirken, ayak sürüyerek bu süreci uzatan 15. Kolordu komutanı Kazım Karabekir Paşa ve 20. Kolordu komutanı Ali Fuat Cebesoy Paşa, emirlerindeki birlikleri ile Ankara’daki yeni hükümete tabi olmuşlardır. Kuvayı Milliye birlikleri ile lağvedilmeyen kolordular birleştirilerek yeni bir düzenli ordu kurulmuştur. Türk Kurtuluş Savaşı’nın kazanılmasında bu kolorduların yeri çok büyüktür. Zira bunlar iyi eğitilmiş askerlerden oluşmaktadır. Kurtuluş Savaşı Doğu Cephesi, Güney Cephesi ve Batı Cephesi olmak üzerek üç safhada kazanılmıştır.

Kazım Karabekir Paşa’nın 15. Kolordusu Doğu Cephesi’ni teşkil etmektedir. Doğu Cephesi’nde Ermenilere karşı savaşılmış, Türk orduları Ermeni birliklerini Türk topraklarından atmayı başarmıştır. 3 Aralık 1920’de imzalanan Gümrü Antlaşması ile Türkiye Cumhuriyeti’nin doğu sınırı çizilmiş ve doğu sınırlarındaki savaş hali sona ermiştir. Bölgedeki askeri birlikler Batı cephesine nakledilmiştir.

Güneyde Antep, Urfa, Marş ve Adana’da Fransız işgali ile birlikte, Fransız ordusuna gönüllü olarak katılan Ermenilerin zulmü sürmektedir. Bu şanlı şehirlerimiz İstanbul hükümetince kaderlerine terkedilince, işgale ve zulme karşı Kuvayı Milliye birlikleriyle direnişe geçmiş, çok kanlı ve çetin mücadeleler vererek vatan topraklarını müdafaa etmişlerdir. Antep, Urfa, Maraş ve Adana’da Türk milleti olağanüstü bir direniş göstererek, Fransızları hezimete uğratmıştır. Öyle ki aradan geçen yüzyıla rağmen burada yaşanan mezalim hala Türk milletinin kalbinde bir yara olarak kanamaktadır. Özellikle Antep halkı sadece düşmanla değil, düşmanın maruz bıraktığı açlık ve yoklukla da mücadele etmiştir. Tarih bize gösteriyor ki Türk evladı aç kalsa, susuz kalsa, hatta ölse de yurdunun bir karış toprağını düşman postalına çiğnetmemiştir, çiğnetmeyecektir.

Güney cephesinin kapanmasıyla buradaki birlikler Batı cephesine kaydırılmıştır. Kurtuluş Savaşı’nın en uzun ve en çetin mücadelesi bu cephede verilmiştir. Avrupa’nın maddi ve manevi desteğini alan Yunanistan’ın İzmir’i işgaliyle başlayan ve Megali İdea adını verdikleri Küçük Asya’yı Yunanistan’a bağlama emeliyle şiddetle ilerleyen süreç Batı cephesinin önemini artırmıştır. Yunan ordularına karşılık yeni teşkil edilen Türk ordusu büyük bir yoklukla bu savaşıma girişmiştir. İşgal kuvvetleri tarafından dağıtılmış olan Türk ordusu, askerlerinin çoğunu cephelerde şehit vermiş, silah, mühimmat, haberleşme ve ikmal yokluğuna rağmen yeniden ayağa kalkmıştır. Yunan mezalimini Türk toprağından bu ordu söküp atacaktır.

Düzenli ordu teşkil edilene dek, Yunanlara karşı Kuvayı Milliye birlikleri bölgesel direniş göstermiştir. Türk-Yunan orduları İnönü Muharebelerinde karşı karşıya gelmiş ve Türkler bu savaşta başarılı olmuştur. İkinci İnönü Muharebesi’nde Türk ordusu yalnız düşmanı değil, Türk milletinin makus talihini yenmiş ve bu zafer Türk milletine büyük bir moral kaynağı olmuştur.

İnönü Muharebelerindeki hezimetlerinden sonra Yunanlar, Kütahya-Eskişehir Muharebelerinde daha güçlü ve daha sert bir şekilde taarruza geçmiştir. Türk ordusunun sayı ve levazımat bakımından düşman kuvvetleri karşısında yetersiz olması Kütahya-Eskişehir Savaşlarında başarısızlığa sebep olmuştur. Mustafa Kemal Paşa tüm sorumluluğu üzerine alarak, birliklerin Sakarya Nehri’nin doğusuna çekilmesi emrini vermiştir. Bu hamle her ne kadar manevi varlığı sarsacak olsa da, düşman kuvvetleriyle araya mesafe koyacak ve ordunun maddi manevi toparlanmasını sağlayacaktır. Eskişehir’in kaybedilmesi TBMM’de büyük tepkilere yol açsa da, Mustafa Kemal Paşa’nın uyguladığı bu strateji ilerleyen tarihlerde doğruluğunu ispatlayacaktır.

            Sakarya Nehri’nin doğusuna çekilen birlikler, Kütahya-Eskişehir Savaşları’ndan büyük kayıplarla çıkmıştır. Bu birliklerin yeni bir savaşa girmesi için her bakımdan takviyeye ihtiyacı vardır. İnsan ve hayvan gücü, silah, araç gereç, gıda maddeleri ve her çeşit ordu mallarıyla donatılmalıdır. Hali hazırda yoklukla da mücadele eden hükümet yeni çareler aramaya başlamış ve Mustafa Kemal Paşa üç aylığına Başkomutan seçilmiştir. Başkomutan seçildikten sonra Tekalif-i Milliye emirlerini çıkararak, savaşa Türk milletini de topyekun olarak dahil etmiştir. Ordu gerekli takviyeleri aldıktan sonra Sakarya Meydan Muharebesi’nde Yunanlarla karşı karşıya gelmiştir. Beş safhada gerçekleşen muharebeler adeta boğaz boğaza çarpışarak, bazen ileri bazen geri harekatlar sonucu Türk zaferi ile sonuçlanmıştır. Yunanlar 22 gün geceli gündüzlü savaşarak Türk cephesini yarmayı başaramadığı gibi, geri çekilirken teçhizatlarını, yaralı askerlerini dahi bırakmışlardır. Türk ordusu taarruz stratejisine başlamış, düşmanı Eskişehir hattına sürmüştür. Türk ordusunun bu başarısı içerde ve dışarda büyük yankılar uyandırmış, Sovyetler Birliği, Fransa ve İngiltere ile Türkiye arasında önemli antlaşmalar imzalanmıştır.

Sakarya zaferinin ardından Türk ordusu düşmanı yurttan kesinkes atmak için yeniden hazırlanmaya başlamıştır. Mustafa Kemal Paşa taarruzun kesin zaferle sonuçlanması açısından orduyu cepheye tam teçhizatla sürerek işini şansa bırakmamıştır. İki ordu karşılaştırıldığında Yunan birlikleri motorlu araçlar, makineli tüfekler, tank, uçak ve top yönünden üstünlüğe sahiptir. Bu nedenle bu muharebede Türk ordusunun süvari birliklerine büyük bir görev düşmektedir. Büyük bir özenle hazırlanan taarruz planını 1922 Haziran’ında uygulamaya başlamıştır. Başkomutan Mustafa Kemal Paşa muharebeyi, Genelkurmay Başkanı Fevzi Paşa ve Batı Cephesi Komutanı İsmet Paşa ile beraber yönetmiştir. 26 Ağustos günü başlayan Büyük Taarruz, 30 Ağustos Başkomutanlık Meydan Muharebesi’nin Türkler tarafından kazanılmasıyla sonuçlanmıştır. Bu savaşta Yunan ordusunun büyük bir kısmı imha edilmiş, esir alınmıştır. Gazi Mustafa Kemal Paşa “Ordular ilk hedefiniz Akdeniz’dir, ileri!” emriyle birlikte takip harekatı başlamış ve düşman orduları vatan topraklarından kesin olarak atılmıştır.

Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın önderlik ettiği Türk Kurtuluş Savaşı’nın kazanılmasında çok ince nüanslar barındıran noktalar vardır. Örneğin bazılarıyla okul sıralarında, bazılarıyla savaş meydanlarında tanıştığı Türk komutanlarının, Kurtuluş Savaşı’nda çok önemli stratejik noktaları yönetmesi tesadüf değildir. İstiklale giden yolda çarpışan bu kumandanların Mekteb-i Harbiye’yi dereceyle bitirmeleri de tesadüf değildir. Trablusgarb’da Balkanlarda ve Birinci Dünya Savaşı’nda yurdun dört bir yanında kanla, ateşle ve barutla yoğrulan şerefli Türk komutanlarının, Milli Mücadele’den en ön saflarda çarpışması tesadüf değildir. Cemil Cahit Toydemir Paşa’nın isyanlar konusundaki beceri ve tecrübesi Şeyh Sait İsyanı’nı bastırmakta başarı sağlamıştır. Ali Hikmet Ayerdem Paşa’nın ulaşım hatlarını ve ordunun ikmal yollarını yönetmesi, onun bu konudaki tecrübesinden ötürü bu göreve getirilmesini sağlamıştır.

İstiklalin Kumandanları yalnızca Kurtuluş Savaşı’nda değil Cumhuriyet’in ilanından sonra vatanın yeniden ayağa kaldırılmasında da asker veya sivil olarak Mustafa Kemal Atatürk önderliğinde çalışmışlardır.

Selim Erdoğan Hocamızın tabiriyle onlar vatandan gayrı sevgili bilmediler, tanımadılar. Kimi vatan sevdasına ömrünü verip aile kuramadı, kimi kundaktaki bebeğini bırakıp cepheye koştu. Yeri geldi bedenlerinin uzuvlarını vatana hediye eylediler. Hiç yorulmadan, bıkmadan ve hatta korkmadan savaştılar.

Milli Mücadele kadın-erkek, genç-yaşlı topyekun Türk milletinin her şeylerini feda ederek giriştiği vatan müdafaasıdır. Adını bildiğimiz yahut hiç duymayıp tanımadığımız nice vatanseverlere, Mustafa Kemal Paşa’ya ve onun silah arkadaşları olan İstiklalin Kumandanları’na bin bir saygı, özlem ve rahmetle…

Yazar: Rabiye Sümeyye Karapınar Kelkit

İstiklalin Kumandanları, Selim Erdoğan, İstanbul, Kronik Yayınları, 2024, 224s.


[1] ERDOĞAN, Selim, İstiklâlin Kumandanları, Kronik Yayınları, İstanbul, 2024, s.15.

5 2 kere oylandı
İçeriği Değerlendir