
Bilimsel teoriler olayların nihayetini sağlayan bir şey olmaktan ziyade onları daha anlaşılır kılmaya çalışan, yeni araştırmalar için ön ayak olan ve varsayım olduğu kesin hükümlerdir. Bu hükümler kanıtlandığı an hiç değişmeyeceği öngörülen kanunlar haline gelmektedir. Sosyal bilimlerin en büyük araştırma sorunlarından biri olan sübjektiflik medeniyet hakkında da bazı tanımlar oluşturmaya çalışmış fakat muvaffak olma hususunda sorunlar yaşamıştır.
Sınırları çizilemeyen ifadeler arasında olduğu bilinen medeniyet, “Bir Medeniyet Teorisi” ile sınır çizme noktasında büyük fayda sağlıyor. Prof. Dr. Yılmaz Özakpınar teori haline getirdiği bu eseriyle, literatürde büyük bir yer kaplıyor ve alanda yapılan çalışmalar için zengin bir kaynakça olmaya devam ediyor.
1997 yılında Kubbealtı Neşriyat ile basımı başlanan eser 1999 yılında Ötüken Neşriyat etiketiyle basılmaya devam ediyor. Eser; Kültür ve Medeniyetin İnsana Özgü Oluşu, Kültür ve Medeniyet Anlayışları, Bir Medeniyet Teorisi, Ortaya Konulan Medeniyet Teorisi Işığında Eski Medeniyetler ve Bugünkü Manzara ve Geleceğin Görünümü adlarında 5 başlık altında şekillenmiştir.
Yazar ilk bölümde Kültür ve Medeniyetin İnsana Özgü Oluşu hakkında düşüncelerini hayvan, nebatat ve insan arasındaki farkları ortaya koyarak; düşünebilme ve tasarlayabilme yeteneğinin, zihindeki semboller arasında soyut ilişkiler kurulabilmesinin, bu soyut ilişkilerin oluşturduğu hükümleri dahi sorgulayabilme yeteneğinin insan için medeniyet kurma hususunda en önemli fenomenler olduğunu belirtiyor. Hayvanların da algılama yeteneği olduğu bilinen bir durumdur fakat insanoğlunun “ben” ile içebakışı ve muhakeme yetenekleri onu geri kalan her şeyden ayıran en büyük yeteneğidir. Hayvanların davranışlarında toplumsal yahut sosyal olarak görülen kurallar, sembolik düşünme yönteminden ziyade biyolojik olarak ayarlanmış kurallardır. Yani medeniyet kurabilme olasılığında en büyük rol oynayan ahlak, bilinçli bir seçim ve değerlendirme içermek zorundadır. Aksi halde bir medeniyet kurabilmek için gerekli ortam şartlarının sağlanamayacağını belirtmek gerekir. Nitekim dünyaya baktığınızda insan dışında herhangi bir varlığın medenileşme kaygısı içerisinde olmadığını rahat bir şekilde görebiliriz.
İkinci konu başlığımız olan Kültür ve Medeniyet Anlayışları, Galilei’nin 17. yüzyıldaki araştırmalarında simgeleşen yeni bilim metodu ile devam ediyor. Yazar, araştırmanın sınanması gerektiği noktasında bilimsel deney esasını üçe ayırarak:
- Merak uyandıran gözlemler üzerine muhakeme ederek açıklayıcı fikre varmak
- Varılan fikrin içerdiği, doğaya ilişkin sonuçları çıkarmak (bu sonuçlar bir deney planına götürür)
- Belirtilen koşullarda o sonuçları aramak için yapılan yeni deneysel gözlemlerle fikri sınamak
bu maddeleri belirli bir temele oturtuyor ve araştırmasına devam ediyor. Birçok Antropolog, sosyolog ve fikir adamının medeniyet tanımlarına da yer vererek tenkit ve desteklerine bu bölümde yer veriyor.
Üçüncü konu başlığı olan Medeniyet Teorisi esere adını veren ve çalışmanın en can alıcı noktasını ihtiva eder. Özakpınar teorisinin hareket noktasının, kültür ve medeniyetin doğada kendiliğinden bulunmadığını ve insan tasarısı olmasıyla temellendiğini belirtiyor. Refleksler ve içgüdüler dışında, insanın yaptığı gözlenebilir her eylemi ve meydana getirdiği her cisim ve eseri kültür kavramı içinde gören yazar, bu eylemlerin, cisimlerin ve eserlerin insan tarafından doğaya eklendiği bu sebeple ister “medeni” ister “ilkel” olarak nitelendirilsin, yeryüzünde yaşayan her insanın bir kültür elemanı olduğunu belirtiyor. O halde alternatifi olan her insani hareketin bir kültür oluşturma eyleminde olduğunu söyleyebiliriz. Bu da kültürsüz bir toplumun olamayacağının en iyi kanıtı olarak sunulabilir.
Yazar, özünün manevi ve zihni olması sebebiyle kültürün maddi ve manevi olarak ikiye ayrılışını yersiz bulur. Görüş, duyuş ve düşünüş tarzıyla ortaya çıkan kültür fiilinin faili olarak gördüğü akıl, bu ayrımı gereksiz kılma noktasında yeterli kanıtlarla destekleniyor. Nitekim akıl olmadan ne manevi ne de maddi bir üretim içerisine girilemeyeceği oldukça aşikar.
Tarihçi, antropolog ve sosyologların medeniyet heybeleri incelendiği zaman karşımıza ortak paydaların çıktığını muhakkak görürüz. Bunlar; sınır ve teşkilat sahibi olan devlet, sosyal sınıfların ayrıştırılmasına olanak sağlayan düzen, yazının kullanılması, güzel sanatların ortaya çıkışı ve hayata teberrük edişi vb. Fakat bu ayrımların medeniyetin ortaya çıkışı mevzusunu tam manasıyla anlatamayacağı da bilinmelidir. Özakpınar, medeniyetlerin ayrı kimliklerinin oluşumunu da açıklayacak bir kavramsallaştırılması yapılması taraftarıdır. Ona göre mesele, ayrı kimlikteki medeniyetlerin her birinin doğuş sürecinin başlangıcını tasarımlama meselesidir. Bu da her toplum kendi kültürü olsa da medeniyeti var eden şeyin, insanoğlunun kendi zihninin başlı başına bir imkan kaynağı olduğunu fark etmesidir. Yani yazarın ifadesiyle “kendi zihninin sanki dışına çıkarmışçasına kendi varlığını ve zihnini tasarlayabilen, hayatına anlam vermeye çalışan, kendi varlığına ve yaşamına rasyonel düzeyde yorum yaparak hayatının gayesini belirleyen insan topluluklarında medeniyet ortaya çıkıyor. Böylece medeniyet, insanın, biyolojik zorunlulukla şu ya da bu şekilde yaptığı eylemlerin üstüne yükselerek, kendi zihninde belirlediği bilinçli bir ruh istikametine göre eylemlerini üretmesidir.”
Rasyonel bir ruh bilincinden bahsederek bunun yükselişinin medeniyeti oluşturacak temel unsurları belirlemesi yani bir ahlak nizamından bahsetmek mümkündür. Büyük kültür ögelerinin farkındalığıyla ortaya çıkabilecek olan medeniyet ile kültür arasında bitmeyen bir döngü olduğu da bahse değer bir başka mevzu. Kültürün eser ve ürünler olduğu kabulü medeniyetin de onların arkasındaki rasyonel bilinç, inanç ve ahlak nizamı olarak belirlenir. Yazar belirlemiş olduğu bu teorinin kültür ve medeniyet meselesinin anlaşılmasına yaptığı katkıyı da şu dokuz madde ile eserinde özetliyor:
- Teori, yaptığı kavramlaştırma ile kültür ve medeniyeti açık ve kesin bir biçimde ayırt etmiştir. Kültür ve medeniyetin birbirine karıştırılması teori çerçevesinde mümkün değildir.
- Teori, maddi kültür ve manevi kültür kargaşasına son vermiştir.
- Medeniyet ile kültür arasındaki yapısal bağı açıkça göstermiştir.
- İlker kültür ve bir medeniyete bağlı kültürü teorik bir ölçüte göre ayırt etmiştir.
- Kültürün bütünlük gösteren bir olgu olması, kuşatıcı bir inanç ve ahlak nizamının şekillendirici ve seçici etkisine bağlayarak açıklamıştır.
- Kültür değişmesi ve medeniyet değiştirme meselesindeki belirsizlikleri ve tutarsızlıkları gidermiş, bu alandaki olaylara kavramsal bir aydınlık getirmiştir.
- Kültür değişmesinin sağlıklı ya da sağlıksız olma şartlarını açığa kavuşturmuştur.
- Medeniyetlerinin doğuşunu belirli niteliklerdeki ve belirli koşullardaki bir inanç ve ahlak nizamına, o inanç ve ahlak nizamının içeriğini belirlemek sizin bağlayarak bu meseleye soyut ve genel bir prensip getirmiştir.
- Medeniyetlerin çöküşünün bir takım etkenlere bağlı ama sonuçta inanç ve ahlak nizamı sarsılması ve dağılması ve meselesi olduğunu göstermiştir.
Dördüncü konu başlığımız olan Ortaya Konulan Medeniyet Teorisi Işığında Eski Medeniyetler ile topluma sadık olmanın medeniyetin gelişimi açısından önemini anlatmak hususu belirtiliyor. Toplum nizamının hangi şekillerde çökebileceği konusu verilen Mezopotamya, Mısır, Yunan, Roma Medeniyet örnekleriyle daha somut bir hale getiriliyor. Bahse konu medeniyetlerin hepsinin kuruluş ve çöküş hikayeleri birbirine çok benzemektedir. Yazar teorinin sağlamlığını da bu bölümde ele almaktadır.
Beşinci konu başlığımız olan Bugünkü Manzara ve Geleceğin Görünümü bölümünde dağılan ve kaybolan medeniyetler ile süregelen yüzyılların bir şekilde bugüne ulaştırdığı toplumun bir tenkiti olarak görülebilir. Fakat kökleri sağlam bir şekilde günümüze ulaşmış olan Hint, Japon Çin Medeniyetleri de önümüzde güzel bir örnek olarak görülmektedir. Ama bu medeniyetler küresel buhrana bir çare olma noktasında aktif rol oynayamıyor ve lokal olarak hayatlarını devam ettirebiliyorlar.
Bugün bu manzaraya bakılınca iki yükselti gözlere çarpıyor ki bunlardan biri Batı diğeri ise İslam Medeniyetidir. İslam Medeniyetinin iktisadi ve idari yapısı sarsılmış olmasına rağmen taraftarları ve onların inançlarının kesinliği sayesinde çok güçlü bir kuvvet olmaya devam ediyor. Bu medeniyet içerisindeki sarsılmış yapılar Müslümanların iradesi dışında değişen dünyadaki sosyal şartların zorlaşması kadar Müslümanların kendi azim ve iradelerindeki zaaflara da bağlı bir mesele olduğu bilinmektedir.
Bütün bu kargaşa ortamının yaratmış olduğu insanın anlama yetisindeki zayıflık artık son bulması gereken bir durumdur. Nitekim medeniyet artık duraksama dönemine girmeye adaydır ve insanın kendi düşüncelerini dahi oluşturamaması noktasına kadar varmıştır. Tüm bu sorunların cevabıyla alakalı yazar şöyle bir yorumda bulunuyor: Türkiye’nin önünde kendi ile birlikte bütün dünyanın selameti için çok güzel bir imkan ve çok önemli bir görev var. Türkiye yüzyıllarca İslam medeniyetinin en parlak temsilcisi olmaktan gelen engin tarih tecrübesini ve Batı ile yakın temastan gelen kazanımlarını birleştirmelidir. İslam medeniyetini ruhumuzun derinliklerinde duymanın coşkusuyla Batı medeniyeti kültürlerinde gelişmiş yeni düşünce tekniklerini özümseyerek kültürümüzde evrensel eserler yaratacak bir zihinsel uyanışı gerçekleştirebiliriz.
Yazar: Muhammed Hamza ERGEN, Munzur Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü, Yüksek Lisans Öğrencisi, Mail: hamzaergen@icloud.com
Bir Medeniyet Teorisi- Kültür ve Medeniyete Yeni Bir Bakış, Yılmaz Özakpınar, Ötüken Neşriyat, İstanbul, 2022, 128 Sayfa