Tamer Sağcan – Büyük Ortaklı Küçük Hikâyeler

“Keşke okumak yerine, kahveyle bir fotoğrafını çekmekle yetinseydim, belki başıma bunlar gelmezdi.” İşte böyle başladı âdemin öyküsü. Hayatın kör sancıları arasında, yatağında ızdırap çekerek dönüp duran, verem kurbanı bir genç âdemin öyküsü. Öyküsünün de öyküsünün öyküsü. Varoluşsal sancıların içinde, günahlar, sevaplar, yapılanlar, yazılanlar, çalınanlar ve okunanlar… Canı tenden çekilircesine, can çekişircesine yazdığı, etiyle, kanıyla, teriyle beslediği… Kendinden kendini hiç utanmadan çaldığı Pembe İncil’in öyküsü… Gerçeğe varırken, yolda kaybolan, hasta, zayıf ve umutsuz âdemin öyküsü…

Gerçeğin ve varlığın ortasında, yokluk içinde devam ediyordu öykü. Kasvetli şehir hayatına, gökleri delen plazalara, maaşı ve gıravatı ile kement atılmış gibi iliştirildi âdem. Her kul ekmeğinin peşindeyken, ekmek ise aslanların, sırtlanların ve tilkilerin midesinde iskân etmekteydi bu öyküde. Nice meşakkatle metropollerin dar, kirli ve tehlikeli sokaklarında gıravatının ucundan bağlanmıştı sistemin dönen çarklarına. Âdemi gerçeğin yolundan çevirdi, kendine köle etti kurnazlar. Elindeki kırbacı kölelerinin sırtında şaklatan, var yemez, hâl bilmez kurnazlar… Kurnazın koca karnından doğan haramzâdeler, züppe ve çirkinler… Ekmeğinin peşinde çirkine, riyaya ve yalana tapanlar… Gerçek diye gizlenen yalanlar, görünmez sırlar… Gerçeğe varırken, Varlık İçinde Yokluğun öyküsü…

“Dünya bir penceredir, her gelen baktı geçti.” dediği ozanın. Zamanı Tanrı yaşar, âdemoğlu hep ölmek için türemiş. Kâinatta kum tanesi bile değilken, Tanrı’ya, zamana, dünyaya aldırmadan yaşamayı kendine hüner bellemiş. Kendisi için çırpınan, kanını terini akıtan, zamanı ayakta tutanı görmezden gelir olmuş. Birileri bir yerlerde âdem için serini ortaya koyarken, eller sefasını sürer imiş. Zamanın behrinde, Yedinci Günün Sonunda hak ile batıl akça pakça meydana çıkıvermiş.

Cihanın renginin farkında mısın? Farkında olmak ya da olmamak. İşte bütün mesele bu. Hayat akıp giderken, şehirlerin caddeleri ve sokakları insan seli ile dolarken, bir can doğar, binlercesi ölürken, insanlar öteye beriye savrulurken ve dahi ömrün ellerinin arasından kayıp giderken… Farkında Mısın ey âdem?

“Gıdasını kulağından almayan, kâinatı yese doymaz.” dediği ozanın. Öte dünya dediğin dalı, odunu yoktur. Herkes ateşini buradan götürür. Dünya imtihan yurdudur vesselam. Her kişi heybesine ne doldurduysa onu götürür. Modern dünyasına VR gözlüğü ile bakan -eski düzendeki at gözlüğü-, gaflet deryasına dalan âdem öte dünyayı da bu dünya gibi HD seyredeceğini zanneder. Öyle ya en şerefli mahluktur zat-ı âlileri. Tanrı’ya kafa tutar, her şey emrine amade olmalıdır âdemin. Dünyayı aksırana, tıksırana ve patlayana kadar yer, yetmez. Hep daha fazla, daha da fazla ister. Tabiat önüne serilse gözü doymaz. Huriler nuriler, binbir çeşit yaratılmış onun çarmıhlara gerilen aç ruhunu, derin ve tatmin olmaz hazlarını doyurmaya çalışmalıdır. Ötesi yok, Rabbenâ hep bana. Lakin Öte Dünya Hizmetleri A. Ş.nin kapitalist yaşamının hazzını henüz tatmamıştır.

Evdeki Hücrede, görünmez çelikten, tunçtan duvarların ardında hapsolmuş derbeder ruhu âdemin. Görünmez ellerin yönettiği, algıdan uzak, işitilmez patlamaların ömrünü tükettiği hayata karşı, evdeki hücreye prangalamış kendi eliyle kendini. Çelikten, tunçtan duvarları aşıp geliyor elinde tırpanı ile ecel. Güvende mi evdeki hücrede âdem?

Ve Tanrı yarattığında âdemleri, her birini birbirinden farklı kıldı. Her birine birer doz akıl enjekte etti. Işıltılı ve rengârenk elementlerle dolu şırıngalar yalnızca DNA’sı kusursuz bir uyumla çalışanlarda parıltı gösterebilirdi. Şırıngadaki muazzam güç, eşleşemediği her âdem için zehir oldu, ağu oldu, öldürdü zavallı âdemi. Öyle ki irin deryasında boğuldu. Bu irin ki milyar yıl geçse, oluk oluk aksa, us ile uslanmayanı boğacaktı.

Bir kapıdan girip ikincisinden çıktığı, eşi menendi bulunmaz bir handır hayat. Öyle zenginliklerle, altınla, elmasla, gümüşle doludur ki, hastalıklı bir yaradan akan irin bile ışığını bir nebze solduramaz. Kimi âdem bu iki kapı arasında bizınıs sınıfında seyahat eder. Kimi garipler de emekleye sürüne vadesini tüketir. Kimi avurduna kadar doludur zenginlikle kiminin cebi delik, meteliğe kurşun atsa vuramaz. Yaşadıkları coğrafyanın da kader olduğu bilgisi herkese ulaşmamışken, zenginliğin nicel mi nitel mi olduğunu idrak edemez kimileri. Gülmek bir zenginlik eylemidir. Proleterler, paryalar ve serfler bu hazineye sahip olamadığını, olamayacağını düşünen, zihinleri mühürlü, gönülleri kilitli bu garip yolun yolcusudur.

İki kapılı bir handa, uzun ince bir yolun yolcusu olan bu garip âdem, koca cihanda kendine bir vatan bulamadan göçüp gider öte dünyaya. Çelimsiz, kokuşmuş, canı teninden çekilmiş bedeni, kendinden bir gübre olarak kalmış toprakta. Kararmış köz, tükenmiş söz, âdemin BOK’tan öyküsü burada bitmiş.

Tamer SAĞCAN, Porsuk Kültür, 1. Basım, 106 Sayfa, 2020, ISBN: 9786056989643

Yazar: Rabia Sümeyye KARAPINAR

5 1 oy
İçeriği Değerlendir