Safiye Erol – Ciğerdelen

Türk edebiyatında kıymeti yeterince bilinmeyen, kitabını okuduğumda kendisinin edebiyatımızın en güçlü kalemlerinden olduğuna inandığım bir yazar; Safiye Erol… Bazen bir yazarı okumayı çok isteseniz de bu istek bir şekilde, sürekli ertelenir. Ben, Safiye Erol’da tam olarak bu durumu yaşadım. Öyle ki, fikirleri ve eylemleri ile kişiliğime yön veren üç değerli ismin, yazarı gündeme getirmesi ile ancak Safiye Erol ile tanışabildim. Bu kişilerden ilki, Hüseyin Nihal Atsız Hoca’dır. Bilindiği gibi Ruh Adam romanında Atsız Hoca; Ayşe Pusat ve Güntülü’nün sohbeti vasıtasıyla Ciğerdelen’in kuvvetine ve önemine işaret etmiştir.[1] İkincisi, değerli öğretmenim Kutlu Altay Kocaova’dır. Kendisinin Kadıköyü’nün Yazarı Safiye Erol başlıklı yazısı, bende, yazar hakkında asıl etkiyi gerçekleştirmiştir.[2] Yazısında Kadıköyü’nün RomanıÜlker Fırtınası ve Dineyri Papazı kitaplarına değinen Kutlu Altay Hoca’nın Ciğerdelen hakkında “şâheser” ifadesini kullanmasının, Erol’un tüm kitaplarını dikkate almakla beraber, Ciğerdelen’i ilk sıraya koymamda önemli etkisi olmuştur. Kitabı okumama vesile olan değerli hocalarımdan üçüncüsü ise Oğuzhan Saygılı’dır. Zira kitabı okumaya karar verdikten sonra, bu kararın eyleme dönüşmesi onun sayesinde oldu: Onun aracılığı ile kitaba eriştim. Edebiyatımızın değerlerinden Safiye Erol ile tanışmamın daha fazla gecikmemesini sağlayan, ortak noktaları vatanperver birer eğitimci olan üç ismin de hakkını teslim etmem gerektiğine inandığım için giriş bölümünü biraz uzattığımın farkındayım.

Bir romanın kaliteli olarak anılması yazarının değeriyle doğru orantılıdır. Dolayısıyla yazıya giriş yapmadan önce Safiye Erol’dan kısaca bahsetmek gerektiğini düşünüyorum. Safiye Erol, 2 Ocak 1902’de Edirne, Uzunköprü’de dünyaya gelir. 1917’de gittiği Almanya’dan, 9 yıl sonra doktorasını yapmış olarak memlekete döner. Bu dünyaya veda ettiği 1964 yılına kadar romanları, tercümeleri, makaleleri yayınlanır. Erol’un özgeçmişini incelediğimde, karakterinin, kaleme aldığı romana doğrudan yansıdığını gördüm.  Safiye Erol’un vatan sevgisini, henüz okuduğum ilk ve tek romanı olan Ciğerdelen’de tattım. Atatürk’e olan düşkünlüğünü romanında sık sık dile getirmesi ve romanın çoğunluğunda esen milliyetçi hava Erol’un vatan sevgisine işarettir.

Bir yazarı iyi tanımak için yalnız bir kitabının yeterli olmadığının farkındayım, ancak bir kitap da olsa bu, bazen size yeteri kadar malûmat verebilir. Safiye Erol’un yeterince tanınmadığından bahsetmiştik, fakat son dönemde kitaplarının baskı sayısına bakıldığında bundan sonrası için umut ışığı olduğu görülebilir. Meselâ Ciğerdelen romanının ilk baskısı 1946’da, ikinci baskısı 1974’te yapılmışken; son beş baskısının dört yıl içinde yayımlandığı görülmektedir. (Yanlış bilmiyorsam geçtiğimiz günlerde yine Kubbealtı Neşriyât tarafından kitabın 16. baskısı yayımlanmıştır.) Ben, kitabın 15. baskısını ele alarak tanıtmaya çalışacağım.

Ciğerdelen, adının hakkını sonuna kadar veren bir romandır. Bir defa, okumaya başlamadan önce kitabın isminin bende güçlü bir tesir bıraktığını söyleyebilirim. Öte yandan kitapta önsöz mahiyetindeki yazının önemli edebiyatçılarımızdan rahmetli Sâmiha Ayverdi’ye ait olması üzerime müthiş ağırlıkta bir sorumluluk yükledi.[3] Böylece Safiye Erol’un önemli bir isim olduğunun bir kez daha farkına vararak, kitabı sonuna kadar daha dikkatli bir şekilde okumaya gayret ettim.

Kitap genelde bir bütünü sağlasa da iç içe hikâyelerden oluşuyor. Okuru, Cumhuriyetin 1930-40’lı yılları (romana göre şimdiki zaman) ile Osmanlı’nın 16-17. yy’ları arasında seyahate çıkaran yazar, aradaki bağlantıyı kusursuz şekilde kurarak iki dönemi harmanlıyor. Asıl hikâyenin yani şimdiki zamanda yaşanan olayların ana kahramanları Canzi (Cangüzel) ve Turhan’dır. Birbirlerine ve vatanlarına âşık bu iki karakterin arasında cereyan eden olaylar üst katman olarak düşünülürse, tarihî hikâyelerin anlatıldığı kısımlar (romana göre geçmiş zaman) alt katman olarak düşünülebilir. Ancak bu iki dönem arasında ustalıkla kurulan bir bağıntı vardır. Öyle ki, şimdiki zamandaki ana karakterlerden Turhan, geçmiş zamandaki olaylardan yani Canzi’nin yazıp kendisine okuması için verdiği hikâyelerden oldukça etkilenir, adımlarına yön verir. Zaten geçmiş zaman ile şimdiki zaman arasında soy bağlamında da ilişki vardır.

Ciğerdelen, Tuna nehrinin sağ yanında ve Estergon kalesinin karşısında kalan eski bir Türk kalesidir. Romandaki “Sarı Sipahiler” ve “Yedi Peçeli” başlıklı bölümler, Ciğerdelen’de geçen Türklerin mücadelesini ve Sinan Ağa ile Zühre’nin aşk hikâyesini anlatır. “Ciğerdelen Efsanesi” adlı bölüm ise harika tasvirlerle bezenmiş, kitabın en etkileyici bölümlerinden biridir. Ancak “Yedi Peçeli” adlı bölüme ayrı bir parantez açmak gerektiğine inanıyorum. Burada tekrar hikâye içinde hikâye ile karşılaşılır. “Yedi Peçeli” hikâyesinin dikkatli okunması, eserin bütününü doğru kavrayabilmek için önem arz eder.

Safiye Erol’un Avrupa’da Batılı tarzda aldığı eğitimin, üretimine yansıdığı açıktır. Roman kahramanları hem milliyetçi hem de aydın karakterli şahıslardan oluşmuştur. Safiye Erol’un, kitabını 1946 yılında yazdığı düşünüldüğünde, fikirlerine paralel olarak, henüz genç sayılabilecek Cumhuriyet’in âdeta sahip olması gereken çizgiyi resmettiği görülür. Ayrıca Osmanlı İmparatorluğunun varlığını devam ettirdiği 1902 yılında dünyaya gelmiş olması ve Türk devletinin yenilenmesine şâhit olması, güçlü bir kalem olmasında muhakkak etkili olmuştur.

Eserde Osmanlı döneminin anlatıldığı kısımlar, Osmanlı’yı ve o dönemde yaşayan insanları günümüzden çok farklılarmış gibi düşünmemize karşılık yapılan bir eleştiri gibidir. Bu minvalde Erol’un cesur kişiliği, bana göre romanı önemli kılan faktörlerden biridir. Bunun yanında tarihî gerçekliklerle uyuşan bazı verilerle karşılaşmak da mümkündür. Bir örnek vermek gerekirse; Turhan’ın, ceddi Hersekoğlu Ahmet Paşa’yı tanıttığı sayfalardaki şu sözler doğrudan dikkatimi çekmişti: “Keşan’daki câminin halılarını, kilimlerini Balkan muhârebesinde düşman çalmış, sonra evkaf yeniden döşetmiştir.” (s.17) Bu (ç)alma hâdisesi, muhtemelen Balkan Savaşları sırasında Makedonya ve Edirne’de Ulusal Arkeoloji Müzesi Müdürü sıfatı ile eski eserleri toplamakla görevli Bulgar siyasetçi Bogdan Filov’un işidir.[4]

Eserin “Kındır Susak” adlı bölümünde yine tarihten aktarılan notlarla Canzi’nin Rumeli hasreti açığa çıkar: “Ne engin cihan özleyişi… Hüdâvendigâr’ın kalbi Kosova toprağında gömülü kaldı, Süleyman Hân’ınki Zigetvar’da… Batı Roma İmparatorluğunu özlemişlerdi. Sonra, Viyana’yı alalım dediler. Sonra, aman Budin’i tutalım, Tuna illerinin demir kilididir dediler. Sonra Belgrat’a yapıştılar, bu da giderse Rumeli kendilerine hayretmeyeceğini bildiler. Adım adım gerilediler, dâvâyı kaybettiler. 1683’te[5] Viyana’yı kuşattıkları zaman batı kavimleri, aman Avrupa medeniyeti tehlikede diye yaygaralar koparmıştı. Bu söz bir parola oldu. Hâlâ bugün bile en büyük yazıcıları, Türklerin önünde tehlike savmış Avrupa medeniyetinden bahsetmekten çekinmezler. 1939 savaşını yazarken görelim bakalım ne diyecekler? Avrupa’ya tehlike nereden geldi, bize meraktır, bu sefer bakalım kimi suçlayacaklar!” (s.240) Bu cümlelerde aynı zamanda Avrupalı milletlere karşı bir veryansın söz konusudur. Canzi, Türklere her fırsatta saldıran Avrupalıların, Türkiye’nin II. Dünya Savaşında yer almaması nedeniyle bu defa kimi suçlayacaklarını, savaş suçlusu olarak kimi göstereceklerini sorgulamaktadır.

Yukarıdaki paragrafta görüldüğü gibi Safiye Erol, milletini dünya karşısında savunma gayretine girişmiş, bunu yaparken Osmanlı ile Cumhuriyet arasında ayrım gözetmemiştir. Tarihimizin Cumhuriyet’ten önceki ve sonraki dönemlerini ayıran; öncesini elinin tersiyle iten zihniyete ve sonrasına bir türlü adapte olmak istemeyen düşünceye âdeta bir ders vermiştir. Romanın geneline bakıldığında, fikir yapısında hamurumuzun ilimle, edebiyatla, sanatla yoğrulması gerektiği görüşü hâkimdir. Safiye Erol, tasavvuf ve felsefeyi olağanüstü şekilde harmanlayarak muasır medeniyet seviyesinin en güzel örneklerinden birini ortaya koymuştur.

Vatan sevgisi, kültür, aşk, doğu-batı sentezi, tarih bilinci gibi nitelikler Ciğerdelen’in çeşnisini meydana getirmiştir. Ciğerdelen’i okurken; halk edebiyatından tasavvufa, mitolojiden felsefeye kadar oldukça zengin içerikle karşılaşmak mümkündür. Ayrıca eserin, Türk geleneğindeki Atalar Kültünün numunelerini sergilediği, eserin önemli sayılabilecek kısmında bu inancın izlerinin görüldüğü söylenebilir. Eğer bir roman hakkında “büyüleyici” sıfatı kullanılacaksa, bu sıfatı hak eden en önemli romanlardan biri Ciğerdelen’dir. Safiye Erol’un engin birikimi ve güçlü üslûbu, vakit ayırıp okuduğum için asla pişmanlık duymayacağım bir yazar olduğunu bana göstermiştir. Ciğerdelen, Türk edebiyatında önemli bir yeri olduğuna kâni olduğum, istifade edilmesi gerektiğini zarurî gördüğüm önemli bir eserdir.

[1] Hüseyin Nihal Atsız, Ruh Adam, İrfan Yayınevi, s.29

[2] Kutlu Altay Kocaova, “Kadıköyü’nün Yazarı Safiye Erol”, http://kutlualtayvekitaplar.blogspot.com.tr/2016/06/kadikoyunun-yazari-safiye-erol.html, E.T.: 13.05.2018

[3] Safiye Erol, Ciğerdelen, Kubbealtı Neşriyâtı, Safiye Erol Külliyâtı-3, 15.Baskı, s.7-10.

Sâmiha Ayverdi, Keşanlı İkbal Hanım başlıklı yazıda Safiye Erol’un annesi İkbal Hanım’ı takdim etse de, Erol’a annesi vasıtası ile referans olması yazarın ve dolayısıyla kitabın önemine işarettir. Ayverdi burada, İkbal Hanım’ın, takdir edilesi karakteristik özelliklerini kızı Safiye Erol’a da yansıttığına değiniyor.

[4] Hüseyin Mevsim, Bogdan Filov’un Balkan Savaşları Günlüğü, Timaş Yayınları, 2.Baskı, Nisan 2014, İstanbul

[5] 1683, Ciğerdelen Muharebesinin kaybedildiği tarihtir.

Safiye EROL, Kubbealtı Neşriyâtı, Safiye Erol Külliyâtı -3, 15.Baskı, 261 Sayfa, Eylül 2017, İstanbul,  ISBN: 978-975-7663-54-6

Yazar: Ömer KARABAYIR

0 0 kere oylandı
İçeriği Değerlendir