XIX. Yüzyıl imparatorluğun en uzun yüzyılı olarak adlandırılır. 1915 yılı sadece 365 gün olmasına rağmen bir nevi bu da imparatorluğun en uzun yılıdır. Çünkü 1915 yılında Osmanlı Devleti birçok gaileler ile uğraşmıştır. En önemlileri ise şunlardır: Başarısız geçen bir Sarıkamış Harekâtı ve akabinde gerçekleşen olaylar, Çanakkale Boğazı’nın itilaf devletleri tarafından geçilme teşebbüsü ve taarruzu, Ermeni Tehciri gibi birçok olay vuku’ bulmuştur. Osmanlı Devleti, 1774’ten beri hemen hemen girdiği her savaşı kaybetmiş veyahûd denge siyaseti adı altında bir devletin yardımını almadan nefes alamamıştır. 1914 yılında ise Cihad-ı Ekber’e katılmış ve 1918 yılına kadar da son çırpınışlarını bu alanda göstermiştir.
1914 yılının sonlarına doğru 3. Ordu Komutanı ve Harbiye Nazırı Enver Paşa, Rusya’yı Doğu Anadolu’dan püskürtmek, Vilâyet-i Sitte’yi geri almak ve Almanya’nın yükünü hafifletmek için bizzat 3. Ordu’nun başına geçerek Sarıkamış Harekâtı’nı komuta etmiştir. Ancak bu harekât başarıya ulaşamayınca, 3. Ordu bölgeden geri çekilmiş, Rusya’nın da ileri harekâta başlamasıyla bölgede yaşayan Ermeniler kıyam etmiş ve Osmanlı Devletini zor durumda bırakmıştır. Devlet ise bir tedbir olarak, 27 Mayıs 1915 yılında Dâhiliye Nazırı Talat Bey’in girişimiyle Vakt-i Seferde ( savaş sırasında) icraat-ı hükümete karşı gelenler için cihet-i askeriyece (askeri yönden) ittihaz olunacak tedabir (alınacak olan tedbirler) hakkında kanun-i muvakkat ( geçici kanun). Meclis-i Vükelâ’ca karara bağlanıp uygulamaya konulmuştur.
Ermeni Tehciri bu kanuna dayandırılarak yapılmıştır. Ve İnceleyeceğimiz kitap da bu tehciri ele almıştır. Kitap, Yusuf Halaçoğlu tarafından kaleme alınmış ve Mart 2004- Mart 2012 yılları arasında toplam 21 baskı yapmıştır. Eser, iki bölüm ve 189 sayfadan oluşmaktadır.
Eserin ‘‘Sunuş’’ ve ‘‘Giriş’’ kısımlarında müellif, tarih yazımında kaynakların önemine vurgu yaparak, objektif bir tarihçiliğin kaynaklardan geçebileceğini belirtmiştir. Ve bu eseri tarihi belgelere ve kaynaklara dayandırarak bir nevi su-i zansız kaynak müstenidli diğer taraftan da şüpheye mahal vermemek için belgeleri de kitabın ek kısmına koyduğunu belirtmiştir. Giriş kısmında ise Türk İdaresindeki Ermeniler alt başlığında ise, Ermenilerin tarihi ve Türk-Ermeni münasebetlerine değinilmiştir. Diğer taraftan Ermeni Patrikliğinin, Fatih Sultan Mehmed tarafından ihyası ve devletin çeşitli kademelerinde görev yapan Ermeniler, Osmanlı Devleti’nce kendilerine tanınan bu hoşgörüye karşılık verdikleri hizmetten dolayı‘‘millet-i sadıka’’ unvanını kazanmışlardır.
Ermenilerin dini nüfus ve demografik yapısına da değindikten sonra birinci bölüme geçmiştir.
Birinci Bölüm “I. Dünya Harbi’ne Kadar Ermeni Meselesine Toplu Bir Bakış” ana başlığını içermektedir. Şark Meselesi bağlamında Ermenilerin (bir zamanlar millet-i sadıka’nın) ve diğer gayr-i Müslim tebaanın, nasıl Avrupalı güçler ve bilhassa Rusya tarafından çıkarlarına alet edildiği ve nasıl kışkırtıldıkları dile getirilmektedir. Ermeniler büyük güçlerin yardımı olmadan tek başlarına bağımsız olamayacaklarını bildikleri için Osmanlı Devleti ile Rusya arasında yapılan her savaşta (Bilhassa XIX. Yüzyıl.) hep Rusya tarafını tutmuş ve her savaş sonrasında da hizmetlerinin karşılığını istemiştir. Bunlardan en önemlisi ise 93. Harbi olarak bilinen 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşıdır. Savaş sonrasında Çar II. Aleksandra’nın çadırına giderek bizzat isteklerde bulunmuşlardır. Ve istekleri Berlin Antlaşmasının 61.Maddesine konulmuş (Bu maddeye göre Babıâli, Doğu Anadolu’da ıslahat yapacak, asayişi sağlayacak ve bu konularda aldığı tedbirleri ara sıra ilgili devletlere bildirecekti.) ve böylece Ermeni sorunu uluslararası bir platforma taşınmıştır.
Ermeni Cemiyetlerinin teşekkülünü ise Rusya ile İngiltere arasındaki rekabete bağlayan yazar, Bu durumdan cesaretlenen bazı Ermeniler’in harekete geçerek yurt içinde ve dışında ihtilalci Ermeni partileri ve derneklerini[1] kurmaya başladıklarını belirtmektedir. Ve bunlar kısa sürede bağımsız bir Ermenistan kurmak için terör hareketlerine başlamıştır.
İstanbul’da da çeşitli protestolar yapılacak ve Doğu Anadolu’dan İstanbul’a gelen birçok Ermeni, şikâyetlerinin Sultan II. Abdülhamit’e iletilmesi için başta Ermeni Patrikhanesi olmak üzere başkentte bulunan Ermeni önderlerine baskılarda bulunacaklardı. Bu sırada İstanbul Ermeni Patrikliği görevinde Horen Aşıkyan Efendi bulunuyordu. Aşıkyan Efendi Osmanlı idaresi ile – özellikle de Sultan II. Abdülhamit’le ilişkisi iyi olan bir ruhani önder idi ve Ermeni komitelerinin faaliyetlerine de açıktan karşı çıkıyordu. Bu yüzden de ülke genelinde teşkilatlanmakta olan Ermeni komitelerinin tasvip ettiği bir din adamı değildi. Ayrıca Ermeni komitecileri, İstanbul Ermenilerinin kendilerine yeteri kadar destek vermediklerini düşünüyorlar, bunun sorumlusu olarak da yine Patrik Aşıkyan’ı görüyorlardı. Hem Patrik Aşıkyan’ı uyarmak hem de İstanbul’da yapacağı bir eylemle Ermeni sorununun ciddiyetini Osmanlı Devleti yetkililerine göstermek isteyen Hınçak komitesi, 27 Temmuz 1890 günü Kumkapı Ermeni Patrikhanesi Kilisesi’nde bir eylem gerçekleştirdi. “Kumkapı Olayı” olarak bilinen bu eylemin idaresi Hınçak komitesi mensupları Vanlı Artin Cangülyan, Mihran Damadyan ve Murad takma ismini kullanan Haçinli Hamparsum Boyacıyan isimli üç komitecinin elindeydi.
Kilisede ayin yapıldığı sırada rûhânîlerin ayini icra ettiği bölüme çıkan Artin Cangülyan elindeki kâğıtta yazılı ve ayin öncesi kiliseye gelen ahaliye de dağıtılmış olan bir bildiriyi yüksek sesle okumaya başlamıştı. Patriğe hitaben “görevinizi yapmakta yetersizsiniz” denilen bildirinin sonunda, Aşıkyan Efendi’nin kendileriyle birlikte hükümete giderek taleplerinin iletilmesini sağlaması isteniyordu. Olayın başlaması üzerine Patrik Aşıkyan kiliseden ayrılarak patrikhane binasındaki odasına geçmişti. Başpapaz Sukyas Efendi, Cangülyan’ı kolundan tutup oradan aşağı indirmeye çalışırken silahını çeken Cangülyan, kilise içinde bir iki el ateş etmiş, ancak Sukyas Efendi elinden silahını almayı başarmıştı. Ardından beraberindeki arkadaşlarıyla birlikte patriklik binasına geçen Cangülyan, binada asılı olan Osmanlı tuğrasını parçalamış ve Aşıkyan Efendi’nin odasını basmıştı. Aşıkyan Efendi’nin odasında Cangülyan patriğe hitaben; “Şimdi önümüze düşüp bizi Yıldız Sarayı’na götüreceksin. Yoksa biz de öleceğiz, seni de öldüreceğiz. Elimden revolveri alan Papaz Sukyas Efendi’yi de öldüreceğim.” diye bağırarak patriği zorla dışarı çıkarmaya çalışmıştı. Patriği korkutarak binadan dışarı çıkarmayı başaran ve zorla bir arabaya bindirmeye çalışan komitecilere asker ve polisin müdahalesiyle patrik ellerinden kaçarak kendini kurtarabilmişti. Olayın başlaması üzerine patrikhane papazlarından bazıları hemen hükümet yetkililerine haber vererek, olayın daha ciddi bir hâl almasını önlemeye çalışmışlardı. Olaya ilk müdahale eden zaptiye güçlerine ek olarak gelen askerî birlikler ve polis kuvvetlerinin de müdahalesiyle kısa sürede kargaşanın durdurulması sağlanmıştı. Olaylar sırasında yedi asker yaralanmış, komitecilerden de birçok yaralıyla birlikte iki kişi ölmüştü. Güvenlik güçleri arasından öldürülen tek kişi de Karabet isimli bir Ermeni polis idi. Seraskerliğin yargılamayla ilgili tezkiresinde, bunun dışında olayla ilgisi olmayan iki Ermeni’nin de nümayişçilerin ateşiyle öldüğü belirtiliyordu. Olayla ilgili toplam yirmi beş Ermeni tutuklanmıştı. Aşıkyan Efendi zanlıların sert bir şekilde cezalandırılmalarını istemişti. Patrik, komitelerin patrikhaneye yönelik saldırılarına devam edecekleri ve bundan sonra yapılacak benzer bir saldırıda hedeflerine ulaşarak kendisini öldürecekleri endişesindeydi. Bunun üzerine patrikhane ve civarında güvenlik önlemleri artırılacaktı.
Buna rağmen Hınçak komitesi açısından bu nümayiş başarıya ulaşmıştı. Patriği korkutmayı ve hadise dolayısıyla yabancı kamuoyunun da ilgisini çekmeyi başaran komite açısından “Kumkapı olayı Ermeni ihtilal tarihinde müstesna bir yere sahipti.” Olayın hemen ardından, aynı günün sonlarına doğru yayınladığı “15 Temmuz (Dasnıhink Hulis)” (Rûmî tarihe göre saldırı 15 Temmuz’a denk geliyordu) başlıklı bildiride komite, Ermeni ahaliye patrikhanede yaşanan hadiselerden bahsediyor ve bunun bir başlangıç olduğunu, bundan böyle daha şiddetli hadiselerin yaşanacağını ifade ediyordu.[2]
II.Abdülhamid’e meşrutiyeti yeniden ilan ettirebilmek ve hatta tahtan indirmek emelini güden Jön Türklere Ermenilerde katılmış ve bilhassa Prens Sabahattin’in âdem-i merkeziyetçilik görüşü çıkarlarına uygun olduğu için Prens Sabahattin’i desteklemişlerdir. Diğer taraftan büyük güçler Ermeni Islahatı adı altında aslında bölgedeki çıkarlarını kullanmak için bu kavramı sürekli canlı tutmuşlardır. Başta Rusya olmak üzere düvel-i muazzama Dünya harbi çıkana kadar Ermeni Islahatı üzerinde Osmanlı Devletine en şedid baskıları yapmışlardır.
Van İsyanı alt başlığı altında yazar Ermeni tehcirine sebep olan olay silsilesini anlatmaya başlamıştır. Ermeni komitacılar isyancılar Büyük Harpte hep Rusya tarafını desteklemiş ve ellerinden gelen her yardımı yaptıkları gibi, Osmanlı Ordusunu da arkadan vurmuştur. Ermenilerin harp sırasında çıkardıkları isyanlar içinde sonuçları bakımından en önemlisi Van İsyanı olmuştur. Van isyanının patlak vermesi üzerine bu olayları başlatan ve Ermenileri silahlandıran komite yuvalarını dağıtmak için 24 Nisan 1915’te vilayetlere ve mutasarrıflıklara ‘‘acele ve gizli’’ kaydı ile bir genelge yollandı. Bu genelgede, Ermeni komite merkezlerinin kapatılması, evrakına el konulması ve komite elebaşlarının tutuklanması bildirildi. Ve Ermenilerin tehcirine giden süreç böylece başlamış oldu.
İkinci Bölüm (65-110), ‘‘Tehcir Kararının Alınması ve Uygulanması’’ başlığını taşımaktadır ve Ermenilerin harp sahasında karışıklık çıkarması ve Osmanlı ordusunu arkadan vurması hasebiyle başta Talat paşa ve Enver Paşa önlem almak için arayış içine girmişler ve nihayet Vakt-i Seferde ( savaş sırasında) icraat-ı hükümete karşı gelenler için cihet-i askeriyece (askeri yönden) ittihaz olunacak tedabir (alınacak olan tedbirler) hakkında kanun-i muvakkat ( geçici kanun).[3]çıkarmış ve kanuni zeminini de hazırlamışlardır. Belgelerden anlaşılacağına göre, Talat Paşa’nın başlattığı ve Meclis-i Vükelâ’nın uygun gördüğü tehcir, doğrudan doğruya cephelerin güvenini sarsacak bölgelerde uygulanmıştı. Bunlardan birincisi Kafkas ve İran cephesinin geri bölgesini oluşturan Erzurum, Van ve Bitlis dolaylarıdır. İkincisi ise Sina cephesi gerilerini oluşturan Mersin-İskenderun bölgeleridir. Çünkü Ermenilerin bu bölgelerde düşmanla işbirliği yaptığı ve bir çıkarma hareketini kolaylaştıracak faaliyetler içinde bulundukları tespit edilmişti.
Tehcir kanunu çıktıktan sonra Ermenilerin sevki başladı.[4] Devlet bir yandan harp ile uğraşırken diğer yandan iç gaileler ile uğraşmasına rağmen Ermenileri sevk sırasında her türlü saldırılara rağmen korumaya çalışmıştır, iaşesi için önemli miktarlar da para ayırmıştır her türlü düzen ve tertibi almasına rağmen hastalıklar yüzünden 25-30 bin civarında can kaybı olduğu tahmin edilmektedir.[5]
Sevk edilen nüfus toplam 438.758, Halep’tekilerle birlikte iskân sahasına varan nüfus ise 382.148’dir. Arada 56.610 kişilik bir fark bulunmaktadır. Bu fark şöyle ortaya çıkmıştır, yol sırasında Arap aşiretlerin saldırılarına maruz kalmaları, kafileye eşkıyaların saldırması, tifo ve dizanteri gibi hastalıklardan da ölenlerin olduğu bilinmektedir. Ayrıca tehcir sırasında bir kısım Ermeni’nin Rusya ve Amerika’ya kaçırıldıkları tahmin edilmektedir. Nitekim belgelerde, Osmanlı Ordusunda silahaltında bulunan 50.000 Ermeni’nin Rus ordusuna iltihak ettiği, yine Türklerle savaşmak üzere 50.000 Ermeni’nin de Amerikan ordusunda üç dört yıldır eğitim gördüğü gibi kayıtlar yer almaktadır.
Savaş bittikten sonra ise Ermenilere dönmeleri için bir kararname çıkarılmıştır.[6] Çoğunluğu geri döndüğü gibi bazıları da başka devletlere göç etmiştir.
Sonuç bölümünde (s.111-117) Bir buçuk milyon Ermeni’nin katledildiğini iddiasının asılsız olduğu ve tarihi gerçeklere dayanmadığını aktararak. Ortak bir komisyon kurularak araştırma yapılırsa bunun anlaşılacağını bildirmiş ise de Yabancı devletlerin buna yanaşmayacağını gözden kaçırmamıştır. Kitap Ekler ile son bulmaktadır.
Kitap, Ermeni Soykırımı’nın asılsız olduğunu dönemim belgeleri ile ortaya koymaktadır. Diğer taraftan müellif, kitabı çok ağdalı yazmadığı için kitabı halka indirgemiş ve bu konuda bilgi edinmek isteyenlerin rahatlıkla okuyup anlayabileceği bir eser ortaya koymuştur.
[1] Hınçak Partisi (1887’de Cenevre’de Marksist Ermeniler tarafından kurulmuştur.), Daşnak Komitesi, Armenakan Komitesi, Kara Haç Cemiyeti, Anavatan Müdafileri, bunlardan bazılarıdır.
[2] Ramazan Erhan Güllü, ‘‘İstanbul’daki İlk Ermeni Terör Faaliyeti: 1890 Kumkapı Olayı, www.turksandarmenians.marmara.edu.tr, 21.11.2015.
[3] 14 Mayıs 1331 (27 Mayıs 1915)
[4] Hasta ve âmâlar tehcir edilmedikleri gibi, Katolik ve Protestan mezhebinden olanlar, asker ve aileleriyle memurlar, tüccarlar, bazı amele ve ustalar tehcir dışı tutuldu.
[5] 1915 Mayısından 1916 Ekim ayına kadar yaklaşık bir buçuk yıl devam etmiştir.
[6] Kânun-ı Evvel 1334/31 Aralık 1918
Yusuf HALAÇOĞLU, Babıali Kültür Yayıncılığı, İstanbul 2012, 192 Sayfa, ISBN:975-848-61-52
Yazar: İlyas AK