A. Yağmur Tunalı – Gittiler

Yağmur Tunalı; tavrı ve yazdıkları arasında milimetrelerin bile oynayamadığı bir beyefendi…  Yağmur Tunalı,1955 yılında, Kayseri Yahyalı’da doğdu. Orta öğrenimini, Niğde, Kayseri ve Samsun’da; Erzurum Atatürk Üniversitesi’nde başladığı yüksek öğrenimini, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Fransız Filolojisi’nde tamamladı. Yazı ve sanat hayatına şiirle başladı. Şiirin yanında, deneme, tenkit, tanıtma ve mensur şiirler yayınladı. Yazdıkları, Türk Edebiyatı, Hisar, Töre, Divan, Türk Dili, Doğuş, Milli Kültür, Milli Eğitim ve kültür, Ülkü Pınarı, Erguvan, Sözcü, Hamle ve benzeri pek çok dergi ile Tercüman başta olmak üzere çeşitli gazetelerde yayınlandı. Bu yazıları, ciltler dolduracak hacimdedir.[1]  Yazar ve şair yönünün dışında aynı zamanda başarılı bir televizyon ve radyoculuk yaşamı vardır. Kendisine ait pek çok şiir ve kitap arasında biz Gittiler adlı eseri üzerine birkaç söz söyleyeceğiz.

Kitapların okuyucuya tanıtılmasında fiziki özellikleri önemli bir yer tuttuğundan öncelikle bu hususa değinmek gerektiği kanaatindeyiz. Üç yüz on sekiz sayfadan oluşan eser “Öyle yaşadılar, böyle gittiler” başlığı altında bir girizgâh ve yirmi altı dev isim üzerine yazılmıştır. Bu isimler arasında fikir hayatımızın güçlü kalemlerinden Cemil Meriç, Erol Güngör, Türk damgalarının kâşifi Servet Somuncuoğlu, Türk Edebiyatının mihenk taşlarından Tarık Buğra gibi devler bulunmaktadır. Kitap kapağında bulunan gül ve daktilo bizce pek manidardır. Daktilonun girizgâh kısmında bahsi geçen yaşanmışlıkları, gülün ise çiçekler içinde seçilmiş bir çiçek gibi kitapta ismi zikredilen devlerin de yakın tarihimizde seçilmiş olduklarını vurguladığı incelikle sezilmektedir. Velhasıl kelam muhteva henüz kapağı açmadan bizleri kucaklamaktadır.

Öyle yaşadılar, böyle gittiler diyor yazar. Bu bölümde eserin kaleme alınma amacına bir girizgâhtan ziyade bir divanelikle yaklaşılıyor. Yağmur Tunalı’nın yazılarını basit ifadelerden koruduğunu evvel okumalarımızdan biliyoruz. Ancak bahsettiğimiz bölümde basitlik yahut girift cümleler bir yana sayfalara Yağmur Beyin, devlerin gidişinden duyduğu derin teessüre ait akislerinin düştüğünü görüyoruz. Bir hüzün bulutunun minnet rüzgârıyla satırlarda gezindiğine bizler şahidiz. Bir elinde minnet bir elinde hüzün bir de “iyi ki” diyor. Bu kelamın içinde yazılış gayesinin esasen tüm sır çözülüyor.

Eseri derinlemesine anlatacak olursak belki bir kitap daha yazmamız gerekir. Tarık Buğra- Bir Yalnız Adam ile başlıyoruz anıları içmeye. Tarık Buğra ile ilgili yalnız otobiyografik bilgilerden değil dönemin halet-i rûhiyesinden de demler alıyoruz. O’nun milliyetçiliğinden tutun da yazım kaygılarına dek nice enfes ifade bizleri bekliyormuş, sırayla fark ediyoruz. Sonra zihnimizin kapıları Necip Fazıl’ın belki de fark edemediğimiz dünyasına açılıyor. O’nun Tevfik Fikret ve Âkif ile kıyası parlak bir şimşek gibi çakıyor gözlerimizden beynimize. Karşılaşmamızın pek mümkün olmadığı bu bilgilerin ışığı ufkumuza yayılıyor. Necip Fazıl’dan aldığımız elektriği Samiha annenin kollarında topraklıyoruz. Samiha Ayverdi gibi üstün bir akla “anne” demek samimiyeti ve bunu yazıya nakışlamak büyük bir ustalık gerektiriyor. Bu yaşanmışlığın henüz girişinde yine farklı bir tarzın ilk ifadeleri bizi karşılıyor. Nitekim başlangıçta Yağmur Beyin anılarından Samiha Ayverdi’nin dünyasına nasıl geldiğimizi kestiremiyoruz. Bu belki bizim maharetsizliğimiz ancak en çok yazarın kalem gücüdür. Daha evvel bahsettiğimiz kuru otobiyografik bilginin çok ötesinde her sözcükten saygı, minnet ve samimiyet damlayan bir anlatım olduğunu görüyoruz. Görüp okuduklarımız gelecek bölümlerde de aynı tavrın sürdürüleceği hususunda bizlere teminat veriyor. Biz bu musiki ahengiyle sahifeleri ardı ardına iştahla çevirirken hakiki mûsikîşinas önümüze çıkıyor. Münir Nurettin Selçuk’un bahsedildiği bölümde Türklüğün gerçek manada kimleri kaybettiğine dair hüznümüz artıyor. Muhtevanın nihayetini “Türk’ün uzak asırlarına merak duyan bir genç” olarak Servet Somuncuoğlu ile getiriyoruz. Bir ömrün Türk damgasının göçüne nasıl adandığının adı olarak Servet Hocayı okuyoruz. Türk’ün uzak asırlardan gelen izine gönül vermiş bir Ruh Adam, geçmişin karanlığında iz arayan bir dev… Türklüğe yaptığı katkı ve kendi göçünü kalbine yükleyip gitmesi ancak bu kadar öz anlatılabilirdi. Kalabalık bir bilgi akışından ziyade çekirdeği alıp lezzete ulaşıyoruz. Duru fakat derin bir suda bugünkü yokluğunun ve damgaların yetimlik teessürünü duyuyoruz.

Eserin sonunda yine en başa dönüyoruz. Öyle yaşadılar, böyle gittiler… Her bölümde aynı hüzün, aynı saygı, aynı söyleyişin mevcut olduğu göze çarpıyor. O zaman en başta zikredilen şu ifade aklımıza geliyor : “ Gidişleri içimi yakan bu isimlerin hemen hepsini tanıdım. Yakın tanıdım, uzak tanıdım, ama tanıdım. Daha önemlisi sevdim. Bazılarıyla hayatın bazı dönemlerini beraber yaşadım. Bazılarıyla yollarımız zaman zaman kesişti. Bazılarıyla buluşan yollarımız hiç ayrılmadı. Bundan dolayı, yaşanmışlığın canlılığını duyuran bir yazışı benimsemem gerekti. O sıcaklık ve hayat derinliği bir ölçüde hissedilsin istedim.” Anlıyoruz ki üslubun inceliği hakkında daha en başta bize ipucu verilmiş. Biyografi, anı, deneme ve belki de adın şuan aklımıza gelmeyen başka türler bu eserde kucaklaşıyor ve satırlarda eriyerek kavuşuyor. Üsluplar üstü bir üslûbun kanatlarında kaleme alınmış bu eser için Yağmur Tunalı : “Türlerin iç içe geçtiği bir biyografik yazış bu.  İçinde ana biyografik bilgiler var. Hatıralar, yaşanmışlıklar var. Yer yer röportaj tadı veren aktarmalar var. Sanırım, ben bütün bilgileri bir arada karıp karıştırıp onlardan bir tat çıkarmayı seviyorum. Dilin imkânları, sesi ve estetiğiyle bir üslûba dönüşüyor. Üslûba dönüşmeyen bilgi, duygu ve hatta sezgi ham haliyle kalbe ulaşmaz. Ancak kalbi olanlar bunu duyar ve duyurur. Duyan insanın içinde bütün bu ham elemanlar bir operasyondan geçer. Âdetâ yeni bir vücud kazanır. Sanat dediğimiz inceliğin vardığı güzellik orada görünür, duyulur hale gelir. Bunu da ancak içinde bunu duyacak ve zihninde emecek cevher olanlar anlar. Çünkü, bu kapı ancak kendisine liyakat kazananlara açıktır.” diyor. Eserin müellifinden naklettiğimiz bu sözler satırlara işleyen sanatsal üslûbu ve dimağımızda kalan lezzeti ziyadesiyle açıklıyor. Eserdeki olağanüstü nakşı Türklüğe hizmet eden, belki tanış olduğumuz belki de ufkunun derinliğine bir nebze inebildiğimiz devlerle geçirdiği vaktin yazar üzerindeki tesiri olarak yorumlamak yanlış olmayacaktır. Öyle ki sokaklarından dahi geçebilmiş olsa idik bizlerde ne gibi izler bırakacaklardı bilmiyoruz.

Türklüğe ömür harcayıp sessiz bir ağırlıkla fakat yüksek bir maneviyat ve birikimle aramızdan ayrılan devlerimizin ruhları şad, Yağmur Tunalı Beyefendi’nin kalemi kavi ve de daim olsun.

[1] http://www.kirmizilar.com/tr/index.php/bir-dostu-taniyalim/1590-a-yagmur-tunali

A Yağmur Tunalı, Panama Yayınları, Ekim 2016, 318 Sayfa, ISBN: 978- 605- 9371- 41- 4

Yazar: Ayfer GÜLER

0 0 kere oylandı
İçeriği Değerlendir