Jojn Locke – İnsan Anlığı Üzerine Bir Deneme

John Locke 1632’de İngiltere’de dünyaya gelir. Orta sınıftan bir ailenin çocuğu olan Locke İngiltere’nin en iyi okullarında eğitim aldıktan sonra 1660’larda Oxford Christ Church’te öğretim üyeliği yapmaya başlar. Locke, bilimsel konulara olduğu kadar siyasî sorunlara da ilgi duyar, hatta siyasal çevreler içinde bulunmaya başlar. Oxford yıllarında Lord Ashley Cooper ile tanışması, onun siyasî görüşlerini ve geleceğini derinden etkiler. Siyasî kariyeri ve memuriyeti fazla sürmeden Locke Fransa’ya kaçmak zorunda kalır. Fransa’da bir süre kaldıktan sonra İngiltere’ye döndüğünde artık din ve siyasetle ilgili konularda özgürlükçü düşünceleriyle tanınmaktadır. İngiltere siyasetinin çalkantılı olduğu o dönemde burada rahat edemeyeceğini anlayan Locke, 1683 yılında 7 yıl kalacağı Hollanda’ya geçer. Locke’un Hollanda’daki yaşamı güvenli değildir. İngiliz Hükümetinin takibinde olduğundan şehir şehir dolaşır ve takma bir isimle yaşar. İnsan Anlığı Üzerine Bir Deneme eseri de burada son şeklini alır.[1]

1688 “Şanlı Devrim”i, İngiltere’de uzun zamandır süren ve farklı biçimler alan kral ve parlamento arasındaki iktidar çatışmasının en önemli olaylarından biridir. Bu tarihten sonra artık İngiltere bir daha dönmeyeceği mutlak monarşi dönemini kapatmış ve meşrutî monarşiye geçmiştir. John Locke’un düşünceleri, 1688 Devrimi’ni hazırlayan koşullar içinde biçimlenmişti.  

Locke, bir öğreti olarak siyasî liberalizmin ana temalarını tutarlı ve sistemli bir şekilde ortaya koyan ilk düşünür olarak kabul edilir. Ancak Locke, sadece siyasî liberalizmle ilgili düşüncelerinden dolayı değil, ilgi alanının zenginliğinden dolayı da düşünce tarihinin önemli isimlerindendir.

Eser; Giriş, Doğuştan Kavramlar Üzerine, İdeler Üzerine, Sözcükler Üzerine, Bilgi ve Kanı Üzerine olarak toplamda 5 kısımdan oluşmaktandır. Eserin sonunda ise 1696’da Worchester Piskoposu Edward Stillingfleet tarafından yapılan eleştiriler ve bu eleştirilere karşı Locke’un savunmaları yer almaktadır.

İnsan Anlığı Üzerine Deneme’de bizi kuşatan dünyayı nasıl algıladığımızı anlamaya çalışırken buradan hareketle bir bilgi kuramı kurar. Ancak bu bilgi kuramı eleştireldir. Özellikle Locke’un buradaki eleştirisi Descartes ile başlayan insanın doğuştan bazı bilgilere sahip olarak doğduğunu kabul eden “akılcılık” düşüncesinedir. Locke, insan aklının “boş bir levha” şeklinde dünyaya geldiğini düşünmektedir. Eserinde baştan sona doğuştan bilgilere sahip olunmadığını ispat etmeye ve delillendirmeye çalışmıştır. Locke’un doğuştan gelen bilgiler olduğu kuramının eleştirmesinin nedeni bunların koşulsuz-şartsız kabulünün beklenilmesinden dolayıdır. Eğer bu kuram kabul edilirse Locke’a göre bu bilgiler aklın eleştirisine tâbi olmayacaktır. Bu da bilgi felsefesi ve siyaset felsefesi açısından büyük bir sorun yaratacaktır. Burada Locke’a en büyük eleştiriler doğuştan bilgilerin insanlarda olduğunun en büyük kabulcüsü Katolik Hıristiyanlardan gelmiştir. Çünkü Locke bu görüşü ile dinin dogmatizmine de karşı çıkıyor ve onu eleştiriyordu.

Locke, öncelikle idelerin nasıl edinildiğini açığa çıkarmakla başlamıştır. Zihne duyumlar yoluyla gelen ve zihnin bu duyumlarla elde ettiği “basit ide”lerin arasında bağıntı kurarak yani düşünerek, şeyleri temsil eden bilgilerin ve idelerin ortaya çıktığını söylemektedir. Locke temel olarak bilgi edinmenin 2 yolu olduğunu söyler; duyum (duyu organları ile ilk anda edinilen bilgi) ve düşünme (duyum ile edinilen idelerin uyuşup uyuşmaması neticesinde ortaya çıkan bilgi).

Doğruluğu bir kez insanların geneli tarafından kabul edilen önermeler, ilkeler hâline gelecektir. Şeyleri de bu ilkeler temsil edecektir. Ancak insanların genelinin kabul etmesi o ilkelerin doğuştan geldiğini göstermez. Locke’a göre bunun nedeni bebeklerin ve çocukların aynı davranışları sergilememesi, aynı olaylara aynı tepkileri vermemesidir. Zihin doğuştan bilgilere sahip değildir ancak doğuştan bazı yetenekleri vardır: algılamak, hatırlamak, bağıntı kurmak, ortak yönleri ve farklılıkları bulmak ve karar vermek gibi. Bütün bu zihinsel faaliyetler bil üretiminin duyum dışındaki yeni bir türüdür. Düşünme dış dünyaya ait değildir, duyumların birleştirilmesi, ayrılması ve karşılaştırılmasıdır. İdelerin ilk oluşumu ise zihnin ilk olarak ne zaman algıladığıyla ilgilidir, çünkü idelere sahip olmak ile algılamak aynı şeydir.

Eserde insanların duyum ve düşünme ile elde ettiği ideleri basit ve karmaşık olarak ayırır. Bunlar duyular yoluyla ilk anda kolayca edinilen ışık, ses, tat, koku gibi şeylerdir. Karmaşık ideler ise basit idelerin bir araya getirilmesi ile elde edilir. Zihin bunu yapmayı deneyimleri ile öğrenir.

Locke fikrini şu şekilde savunmaktadır: “Doğuştan ilkelerin olduğuna bizi inandırmak isteyenler, bunları toptan almayıp da, bu önermeleri oluşturan parçaları ayrı ayrı inceleselerdi, belki de bunların doğuştan olduğuna inanacak kadar ileri gitmezlerdi.” (s.91).  Çünkü Locke’a göre ideler tekil olarak ele alındığında onların açık ve seçik olması gerekmektedir, bu da ancak duyum yoluyla olacaktır. Locke eğer doğuştan ideler olsaydı en başta Tanrı idesi olurdu der. Bunun en açık kanıtı da Tanrı fikrinin hiç olmadığı toplumların olmasıdır. Ancak Tanrı bize doğuştan ideler vermemekle birlikte, zihnimizi donatan düşünme yetisi, algılama, duyumlama ve usumuz olduğuna göre Tanrı’nın olduğunu kesinlikle bilebiliriz. Lo />

[1] Doç. Dr. Filiz ZABCI, “Spinoza ve Locke: Siyasal Özgürleşmeden Bireysel Özgürlüğe”, Mehmet Ali AĞAOĞULLARI (ed.), Batı’da Siyasal Düşünceler, İletişim Yayınları, İstanbul-2015, s.478-482

John LOCKE, Çeviren: Vehbi HACIKADİROĞLU, Kabalcı Yayıncılık, İstanbul, 2013, 529 sayfa, ISBN: 978- 605- 5272- 34- 0

Yazar: Ümit ÇALIŞKAN

0 0 kere oylandı
İçeriği Değerlendir