Hürriyet Kahramanı Ohrili Eyüp Sabri (Akgöl)

Talha Burak Ünlü - İttihatçıların Kara Kutusu Hürriyet Kahramanı Ohrili Eyüp Sabri (Akgöl)
Talha Burak Ünlü – İttihatçıların Kara Kutusu Hürriyet Kahramanı Ohrili Eyüp Sabri (Akgöl)

Osmanlı İmparatorluğu’nun son demlerinde ve dönemlerinde yaşayan, yolu Askeri Rüştiye ve Askeri İdadi’den geçen insanların yaşam hikâyeleri incelendiğinde göze çarpan önemli ortak noktalar vardır. Balkan kökenli ya da yolu bir şekilde Balkanlarla kesişen bu isimler, barut fıçısı olarak da tabir edilen bölgeyi yakından görmüş, tanımış ve içinde yaşamışlardır. Gördükleri karşısında aksiyon almanın elzem olduğunu, aksi takdirde bağ kurdukları toprakların elden çıkacağını görmüşlerdir. Muhalif kanadın bir kısmının Balkanlar’da yaşananlar anlaşılmadan ve Balkanlar okunmadan anlaşılması mümkün değildir aksi takdirde yapılan okumalar ve çıkarılan sonuçlar ayakları yere basmayan tarihi gerçeklerle örtüşmeyen okumalar olacaktır.

Sadece muhaliflik üzerinden ve padişaha karşı muhalefet etme amacından yola çıkarak yapılan okumalar, çıkarımlar olsa olsa güncel siyasete meze olmaktan öteye geçmeyecektir. Bu tarih okumaları aynı zamanda okuru anakronizme sürükleyecektir. Ayakları yere basan okumalar ve bütüncül bakış açıları sayesinde yapılan çıkarımlara daha çok ihtiyacımız vardır. Güncel siyasette konuşulan yahut muhalif çıkarım yapanların da bu hataya sık sık düştükleri görülmektedir. Her devir kendi dinamikleri ve koşulları içerisinde okumaya tabi tutulmalı ve değerlendirilmelidir. Okuma yaparken öncelikle meselenin genel çerçevesini çizecek eserlere ağırlık verilmeli, dönem ve konu hakkında genel çerçeve oturduktan sonra hatırat, biyografi eserleri ile duvarlar sağlamlaştırılmalı, tahkim edilmeli açıklar kapatılmalı, okumalar derinleştirilmelidir.

Son zamanlarda, bazı dönemlerde çok yoğun, bazı dönemlerde ise hafif yoğun bir şekilde İttihat ve Terakki Cemiyeti gündeme gelmektedir. İTC’nin gündeme gelişi kendi tarihsel bağlamından ziyade gündeme -amiyane bir tabirle ve üzülerek söylemek isterim ki- meze olarak sunulmasından kaynaklanmaktadır. Özellikle Sultan 2. Abdülhamid ve İTC karşılaştırması ile günümüz siyasi ortamına taşınan absürt tartışmalar üzücüdür. Muhalif oluşumlar bağlamında İTC’nin kendi hikâyesi değerlendirilmeli, Sultan’la olan ilişkisi okunmalı ve çıkarım yapılmalıdır ama bunu bugünkü mevcut koşullara ve muhalif oluşumlara taşımak ve bunlar üzerinden okuma yapmak hatalıdır.

İTC, Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönem muhalefetin çatı kuruluşu olarak tanımlanabilir. Özellikle 2. Abdülhamid’e karşı muhalif oluşumun bu çatı altında toplandığı değerlendirilmelidir. Fakat dönem bazında değerlendirmelerde Meşrutiyet’in ilanına giden yolun taşlarını döşeyen ve meşrutiyetin ilanını sağlayan İTC; Balkan kökenli bir oluşum olan Osmanlı Hürriyet Cemiyeti üyelerinin oluşturduğu İttihat ve Terakki Cemiyeti’dir. İTC okumaları yapanlar için bu karışık bir adlandırma yahut süreç değildir. En bariz örneği Cemal Paşa’nın İbrahim Temo’ya sarf ettiği sözlerdir. İTC’nin kurucularından gösterilen İbrahim Temo meşrutiyetin ilanını müteakip muhalif tarafta yer almış, Cemal Paşa tarafından kendisine sizin kurduğunuz İTC ile Meşrutiyetin ilanını sağlayan İTC arasından herhangi bir bağ yoktur sözleri sarf edilmiştir. İTC okumaları yapılırken bu nüanslara dikkat edilmelidir.

Muhalif İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin, padişaha karşı olan muhalefeti ilk dönemde gazete ve dergiler üzerinden yapılan eleştirilerle başlamıştır. Sonraki süreçte muhalefet içerisinde padişahın silah zoruyla ve yabancı devletlerin yardımıyla hal edilmesi düşüncesi mevcut olduğu gibi yabancı devletlerden medet ummanın ve müdahalenin iç işlerine yönelik sorun olacağını savunan görüşler de mevcuttur. Padişah hal edilecekse eğer bu kendi göbek bağımızı kendimizin kesmesiyle olmalıdır düşüncesindedirler. Muhaliflerin en önemli sorunlarından birisi de padişahın kendilerini affettiklerini haber vermesiyle ve padişahın lütfuyla imparatorluğa dönerek muhalifliklerine son vermeleridir. Makam ve mevki uğruna tav olan muhalifler olduğu gibi, muhalif olarak makam ve mevki isteyenler de vardır. Muhalefet bu şekilde geniş çatıdır.

 İTC’yi muhalif kanadın altında ele alan eserler ele alındığı gibi, tarihsel süreç içerisinde muhalefetin içinden dönemlendirmeler yaparak okumalar ve değerlendirmeler yapan eserler de son dönemde yazıldı. İTC’nin biraz popüler olmasıyla birlikte bu alanda emek ürünü olan kitaplar kadar baştan savma, alelacele yazılan eserlere de şahit oluyoruz. Sonuçta tüketmek üstüne kurulu düzen içerisinde meşhurlar üzerinden kazanmak en kolay yollardan birisidir. İsmail Kara’nın söylediği gibi: Meşhurluk eroine benzer. Sadece yaşayan insanlar için değil, hatta sadece insanlar için değil pek çok şey için bu böyledir. Meşhur olan şeyin üstüne üşüşülür, herkes ondanmış gibi olur ancak bu ‘mış’ gibi yapmanın ötesine geçilmez. İTC’de bu aralar bu meşhuriyetten (bağımlılıktan) nasibini aldı, alıyor.

İşte böyle bir meşhurluk/bağımlılık içerisinde okur kendisini nasıl korumalı, nasıl bağımlılıktan, hayalden uzak durmalı ve kendi rotasını çizebilmeli? Emek mahsulü ürünler ve akademik eserler burada okuyucu için önem arz ediyor. Kendi rotam içerisinde tecrübeyle aktarmak istersem sosyal medya bu konuda kullanışlı ve faydalı bir imkân. Benim İTC okumalarımın başlangıcı Facebook’ta takip ettiğim insanların söyledikleri ve kendime yakın hissetmemle olmuştur. Bu konuda zikredebileceğim en önemli isim de İsmail Küçükkılınç’tır. Sosyal medya aracılığıyla takip ettiğim isimlerden diğeri Talha Burak Ünlü. Talha Burak Ünlü tarafından 1906 Osmanlı Hürriyet Cemiyeti olarak yolan çıkan daha sonra Paris grubuyla birleşerek İttihat ve Terakki Cemiyeti’ni alan grubun üyelerinden Ohrili Eyüp Sabri Bey’in hayat hikâyesini ele alan bir eser yayınlandı.

Talha Burak Ünlü genç akademisyenler arasında hazırladığı eserler ile öne çıkıyor. Eserleri emek mahsulü cemiyetin önemli kişilerine eğilen, cemiyetle ilgili okumaları ihmal etmeyen biyografiye konu kişiyle birlikte dönem ve olayları ele alıyor. Mülazım Atıf Bey’in Meşrutiyet’in ilanında ve cemiyetin fedaileri arasındaki önemine rağmen bu zamana kadar hayat hikâyesini ele alan tafsilatlı bir eser ortaya konamaması cemiyete yönelik popüler ilginin göstergelerinden birisidir. Meşrutiyet’in ilanında Şemsi Paşa Suikastı önemi inkâr edilemeyecek hadiselerdendir. Suikastı gerçekleştiren Mülazım Atıf Bey’de İTC anlatılarında özellikle de suikast hadisesinde ismi anılmadan geçilemeyecek isimlerdendir.

Kamuoyu genelde üç paşadan ibaret bir İTC okumasını kabul eder. Toplum gözünden de İTC üç paşayla özdeşleştirilir. Bütün İTC Enver, Talat ve Cemal Paşalardan ibarettir genel kabule göre. Tarihsel olarak bu kabul hatalı ve eksiktir. Elbette her üç paşanın da İTC ve tarihteki hikâyeleri es geçilemez ama bununla birlikte kurucu kadro, muhalefetten geçişler ve sonradan eklenenlerle birlikte İTC bütüncül okunarak anlaşılabilir ve anlaşılmalıdır. Ne üç paşa İTC’den ibarettir, ne de İTC bu üç paşaya indirgenebilir. Tarih sahnesine çıkışta/doğuşunda İTC’nin kadrosu bellidir, tarih sahnesinde yaşadığı dönemde İTC’nin Merkez-i Umumisi Kızıl Konak’tadır ve tarih sahnesinden çekilirken İttihatçı avı vardır.

İTC üstüne okuyan herkes başlangıçta cemiyeti ele alan eserler ile ön hazırlığını tamamlamalı, sonrasında hatırat, biyografi eserleri ile çevre duvar inşasını tamamlamalıdır. Çatı, özellikle 1907-1918 yılları arasında meydana gelen olaylara dair yapılan spesifik okumalarla tamamlanmalıdır. Çatıdan kastım Reval Mülakatı, 31 Mart Vakası, Balkan Savaşları, Halaskar Zabitan darbesi, Babıali Baskını, Birinci Dünya Savaşı gibi gerek imparatorluk tarihine gerekse dünya tarihine geçmiş olaylardır. Sadece İTC okuması eksik, sadece biyografi ve hatırat okuması taraflı, sadece diğer tarihi vakıaları okumak anlamı kısıtlayacaktır.

Eser Ohrili Eyüp Sabri Efendi’nin hayat hikâyesine geçmeden önce okuru İTC’nin renkli armaları ve hikâyesiyle karşılıyor. Eyüp Sabri Efendi’nin torunun arşivinde yer alan bu armaların ve ortaya çıkışıyla başlıyor hikâye. Kaynaklarla ilgili kısa bir değerlendirme ve özellikle Cemal Kutay ismine dikkat çekiliyor. Cemal Kutay ve hatıratlarına soru işaretleri ile yaklaşılması gerektiğini az çok okur kesim bilmektedir. Okur bu girizgâhı müteakiben Eyüp Sabri Bey’in hikâyesine giriş yapar. Doğum tarihi, ailesi ve eğitim hayatı aktarılır. Dikkat çekilecek husus okurun gözüne doğrudan çarpar: Balkanlar. Yukarıda izah edildiği üzere İTC ve Balkanlar okurun malumu olduğu üzere ayrılmaz ikilidir. Buradan Jön Türkler bahsine geçilir. Giriş kısmında bu başlıklandırma hayli önemli ve hayatidir.

Muhaliflerin çatı adı olarak Jön Türkler ve Jön Türkler’den ayrılan İTC anlaşılmadan yapılacak yorumlar havada kalır ve her iki konuda anlaşılmaz. “3 Haziran 1889’da İstanbul’da Askeri Tıbbiye Mektebi’nde kurulan İttihad-ı Osmani Cemiyeti, her ne kadar teşkilat yapısı ve faaliyetleri bakımından İttihat ve Terakki Cemiyeti’nden kalın bir çizgiyle ayrılsa da İttihat ve Terakki’nin kuruluşuna öncülük etmesi ve ilk eylemleri gerçekleştirmesi bakımından önemlidir.” (s.49) Kalın çizgiyle ayrılık nitelendirmesi önemlidir, anlaşılması ve fark edilmesi gereken ilk noktalardandır. Jön Türkler’in muhalifliğini de tek çatı altında toplamak mümkün değildir. Muhalefetin Kanun-i Esasi’nin ilanına yönelik padişahın vaatlerine tepkisi ile yollar ayrılmaya başlar. Burada Mizancı Murad ve birçok isim bu vaade uymak gerektiğini söyleyerek İmparatorluk topraklarına geri döner fakat bazı isimler muhalif tutumundan vazgeçmez. Bu isimler tanıdık isimlerdir ve 1906’da Osmanlı Hürriyet Cemiyeti kurulduktan sonra yurtdışında başını bu isimlerin çektiği grupla birleşerek İttihat ve Terakki Cemiyeti adını alacaktır. Muhalifler için ikinci ayrım noktası da askeri gücün kullanımı ve dış müdahale noktasında olacaktır. Bir görüş, “devrim için askeri gücün kullanılmasını” savunur. Diğer görüş ise “devrim için dış güçlerin müdahalesinin istenmesini” savunur. “Askeri güç kullanılmasında hemfikir olunurken dış müdahale konusunda fikir ayrılıkları oluşur. İsmail kemal ve Sabahaddin Beyler, dış müdahale taraftarıdır; Ahmed Rıza ise devrimin iç dinamiklerle gerçekleştirilmesinden yanadır (s.55).

Makedonya Osmanlı İmparatorluğu için 1800’lü yıllardan itibaren kaynayan bir kazan olmuştur. Kendi içerisinde farklı dinamikleri barındıran bu bölge İTC’nin anlaşılmasında hayati bir öneme sahip olduğu gibi İmparatorluk için sonun başlangıcı olan yerlerden birisidir. Makedonya anlaşılmadan Osmanlı İmparatorluğu’nun son zamanları anlaşılamaz. Çok uluslu bir bölgenin karışması ve bu karışıklıklardan da terör örgütleri, diğer devletlerin beklentisinin olması doğaldır. Bu karışıklıkların sonu isyana bu isyanların sonu da İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin kuruluşuna çıkar.

Edirne postahanesinde memur olarak çalışan Talat Bey’in teklifiyle Selanik’teki “Beş Çınar Bahçesi’nde toplantılar tertip edilerek Türkiye’de dağınık halde bulunan hürriyetperverlerin bir araya gelmesi planlanır (s.74).

OHC’nin kurulması, doğrudan Balkanlar’da meydana gelen hadiseler ve bu toprakların kaybedileceğinin kaygısının bir yansımasıdır. Meşrutiyet’in ilan edilmesinde de temel kaygı ve endişe Balkanlar’a yönelik kaygının uzantısıdır. Meşrutiyet’in ilanıyla geçilen anayasal düzen dünyaya ayak uydurma veya rejim değişikliğinden çok Balkanlar’ın elden çıkmaması için alınan önlemdir. Diğer devletlerin Meşrutiyet’in ilanı ile Osmanlı İmparatorluğu’nun içişlerine karışmayacağı inancı ortaya çıkmış ve Balkan topraklarını elde tutulduğu varsayılmıştır. “Makedonya Sorunu” başlıklı kısmında “İttihat ve Terakki’ye Doğru” kısmıyla okunması da bu vurguyu taşımaktadır. OHC kurulduktan sonra yukarıda bahsedilen Paris’te bulunan ve dış güçlerin müdahalesini reddeden muhalif grupla birleşerek Osmanlı Terakki ve İttihat Cemiyeti adı altında birleşecektir.

27 Aralık 1907’de İkinci Jön Türk Kongresi toplanacaktır. Kongredeki uzlaşma neticesinde Jön Türklerin amaçlarını gerçekleştirebilmeleri için bir hareket tarzı belirlenir. Buna göre hükümetle artık müzakere değil silahlı mücadele yapılacaktır. Ayrıca ordu mensuplarıyla görüşülerek çıkacak bir ayaklanmaya karşı müdahalede bulunmamaları sağlanacaktır. Ok yaydan çıkmaya hazırdır, genel bir ayaklanmanın sesi her zamankinden daha yakından duyulmaktadır. Jön Türklerin, 1902 Kongresi’nin aksine 1907 Kongresi’nde birlik içinde olmaları hedeflerini gerçekleştirebilmeleri için ümitlerini güçlendiren bir unsurdur (s.76).

Bu satırlardan anlaşılacağı üzere OHC’nin sahneye çıkışı ve Paris’te bulunan grupla birleşmesiyle birlikte muhalefet yeni bir yola girmiştir. Bu yolun sonu 2. Meşrutiyete açılacaktır. Takip eden süreçte ise Balkan toprakları kaybedilecek ve İmparatorluk tespih tanesi gibi dağılmaktan kurtulamayacaktır. Eserin 80 sayfalık kısmında biyografinin kahramanından çok dönem ve İTC okumasına yer verilmiştir. Bu ayrıntılara yer verilmemesi halinde biyografi sahibinin hayatı çok havada kalacak önemi de anlaşılmayacaktır. Bu nedenle arka plan hikâyeye eklenerek biyografiye anlam kazandırılmıştır.

Nihayet Eyüp Sabri Bey için doğumundan sonra hayatının belki de en önemli olayı olan kısım gelmiştir; İTC’ye katılması. Eyüp Sabri Bey bölgede görev yapan Osmanlı subayları gibi Makedonya’da meydana gelen olayların bizzat şahididir. Çete teşkilatı, köy baskınları ve katledilen insanlar. İşte bunu gören subaylar için İTC cankurtaran simidi gibi tutunabilecekleri son dal olmuştur. Eyüp Sabri Bey üye numarası 186’dır. İTC okurlarının bildiği üzere üye numarası Eyüp Sabri Bey’in 186. Kişi olduğunu göstermez. Cemiyete girdikten sonra Eyüp Sabri Bey Ohri bölgesinden cemiyete katılımları hızlandıracaktır ve Ohri’yi İTC’nin kalesi haline getirecektir.

Ohri ve Makedonya’da İTC ağırlığını artırırken dünya durup beklemez elbette, onun da gidişatı vardır. 2. Meşrutiyet’in ilanında önemli duraklardan ve İTC’nin harekete geçmesinde etkisi olan olay Reval Mülakatıdır. İngiltere Kralı ile Rus Çarı arasında yapılan görüşmeden sonra Osmanlı topraklarının taksimi iddiası ortaya atılır, bu iddianın dile getirilmesi bile İTC mensubunun ayaklanması için yeterlidir. Reval Mülakatında ortaya atılan iddialar üzerine Enver ve Niyazi Beyler dağa çıkarlar ve isyan ateşi yakılır. 2. Meşrutiyet’in ilanına giden süreçte Şemsi Paşa engellerden birisidir ve bu engel Mülazım Atıf Bey tarafından İttihatçı bir ruhla ve hayatını hiçe sayarak gerçekleştirilir. Fedai olmanın hakkı verilir Atıf Bey tarafından. Herkesin çekindiği ve geri durduğu yerde kendisi onlarca asker arasından Şemsi Paşa’yı vurarak meşrutiyetin ilanında engel olarak duran bir ismi ortadan kaldırır.

Eyüp Sabri Bey, Enver ve Niyazi Beyler dağa çıktığında Ohri’dedir. Niyazi Beyle görüşürler, durum değerlendirmesi yaparlar nihayetinde vedalaşırlar. Her ikisi içinde o sıralarda tarihin ve talihin belirsizliği vardır. Bugünden ve masa başından bakıldığında kolayca anlatılan ve okunan satırlar tahayyülünde dahi sınırları zorlar, sinirleri gerer elleri terletir. Mevcut idareye karşı ayaklanma ve Meşrutiyet istemenin başarısızlığa uğraması halinde başa gelecek bellidir: üçayaklı sehpa.

Şemsi Paşa’nın postahane çıkışında öldürülmesi üzerine ilk tehlike savuşturulmuştur. İşte burada devreye Eyüp Sabri Bey girer ve Ohri Milli Taburu ile dağlara çıkar. Dağlara çıkması kendisini mevcut idarenin karşısında konumlandırır ve hedef tahtasına oturtur. Eyüp Sabri Bey başarılı bir teşkilatçıdır ve Ohri Milli taburunu kurana kadar kimse kendisinden şüphelenmemiştir. İTC bu isimler sayesinde başarıyı elde etmiştir. Bir kaç ismin etrafında oluşturulmuş bir başarı hikâyesinin karşılığının olmadığı da bu satırlarla anlaşılmaktadır.

Harbiye Nezareti’nden Mabeyn Başkatipliği’ne gönderilen 22 Temmuz 1908 tarihli bir başka telgrafta mevcut durum arz edildikten sonra Eyüp Sabri Bey ve “suç ortaklarının” yaptıkları “alçakça”  planın zerresini dahi uygulamaya koymadan evvel ne şekilde olursa olsun yakalanıp tutuklanmaları gerektiği bildirilir (s.145).

“Barut kokulu satrançta hata yapma şansının olmadığı bir evreye girilir.” (s.147) Meşrutiyetin ilanına giden sonra bir aylık günler ancak bu kadar güzel anlatılabilirdi. Hata yapan yok olur, hatasının bedelini ödeyebileceği tek şey en değerli şeyidir: Canı. Bu yolda Şemsi Paşa vurulmuş ve bu akıbeti paylaşmıştır. Eyüp Sabri Bey Meşrutiyet’in ilanına giden süreçte önemli bir adım atar ve Niyazi Bey ile birlikte Müşir Tatar Osman Paşayı kaçırır.

Vakit gelmiştir, havada bu sefer barut kokusunun mu yoksa bir yaz cıvıltısının mı hissedileceği birazdan belli olacaktır. Yüzbaşı Osman ve Mülâzım Esad Beyler öncülüğünde Müşir Tatar Osman Paşa’nın Drahor Nehri boyunda bulunan evleri ve nehrin tersi istikametinde bulunan hükümet konağı kuşatılıp ele geçirilecektir. Eyüp Sabri Bey’in taburu da telgraf tellerini keserek haberleşmeyi engeller. Müşir Osman Paşa’nın konağındaki nöbetçi askerlerden biri ateş etmeye çalışsa da oracıkta etkisiz hâle getirilir. Muhafız birliğinin silahları ellerinden alınacak ve Müşir Osman Paşa’nın kaldığı oda basılacaktır, Osman Paşa sinirli bir şekilde odasından çıkarak bağırmaya başlar. Eyüp Sabri ve Niyazi Beyler Osman Paşa’nın etrafındaki insan selini yararak paşanın yanına gelirler ve endişe etmemesi gerektiğini söylerler. Eyüp Sabri Bey, ciddi ve terbiyeli bir şekilde Müşir Osman Paşa’yı selamlar ve ardından Osman Paşa’ya müsterih olmasını, kendilerine güvenmesi gerektiğini, onu buradan alıp kılına bile zarar getirmeden Resne’ye götürerek bir süre misafir edeceklerini belirtir. Ayrıca Terakki ve İttihat Cemiyeti tarafından yazılan bir mektubu da Osman Paşa’ya uzatır (s.163).

Ele geçirilen Osman Paşa Şemsi Paşa ile aynı kaderi paylaşmamıştır, bunun sebebi ise İTC’ye yöneltilen adam öldürmekten başka bir şey bilmiyor suçlamalarıdır (s.165).

Ve artık o gün gelmiştir. Padişah’ın aldığı tedbirler, gönderdiği kuvvetler işe yaramamış Meşrutiyet’i ilan etme dışında yolu kalmamıştır. OHC kökenli muhalif Ahmed Rıza’nın Paris grubuyla birleşerek adını İTC olarak kullanan grup kısa süre içerisinde iç ve dış siyasetin etkisiyle birlikte 23 Temmuz 1908’de Meşrutiyet ilan edilir.

İnkılab-ı Azim’i gerçekleştirenler Cenevre, Paris gibi merkezlerde neşriyatla uğraşanlar değil Osmanlı subayları olacaktır. Volkan gazetesinin 21 Aralık 1908 tarihli sayısında “Hürriyet’in” istihsali için mücadele ettiğini söyleyen güçlerin inkılabın gerçekleşmesinde en çok kendilerinin payı olduğunu iddia ederek birbirleri hakkında dedikodu yaptıklarından bahsedilir. Makalenin sonraki satılarında ise aslan payının Eyüp Sabri, Enver, Niyazi gibi isimlerin olduğu, fakat bu isimlerin bile alçakgönüllülük göstererek şımarmadıklarını eklenir. Dağa çıkan askerlerin Avrupa’daki bazı şehirlerde kalem tutarak neşirler yapan kitleyi belki ömürlerinde bir defa bile okumadıklarından bahsedilecektir:

Bu hafta Şûra-yı Ümmet, İkdâm ve Serbestî gazeteleri meyânında tekevvün eden dedikodular erbâb-ı vicdanı cidden müteessif ediyor. Bu gazetelerde münderiç bendlerle hürriyetin istihsaline ahrâr-ı fedakârân, yani firâriler, menfiler gayret ettiklerini iddia ile beraber birbirleri aleyhinde neşriyata da devam edip duruyorlar. İstibdâdın zincir-i kahrını kıran Meşrutiyet’i can, kan pahasıyla istihsåle mu- vaffak olan Niyaziler, Enverler, Eyüp Sabriler, Salahîler, Rûşenler bile mahviyet gösteriyorlar. Ve diyorlar ki: “Milletin ordunun kuvveti inzimâm etmeye idi meşrutiyet istihsâl olunamaz idi. İşte bu kahramanlar böyle söyledikleri halde Avrupa’da menfâlarda bulunmuş olanların gayretleri neye yarar? Emin olunuz ki o kahraman mücahidlerin belki yüzde doksan dokuzu Paris’te, Cenevre’de neşrolunmuş olan evrakı hiç görmemiş, okumamışlardır… (s.182)

Eyüp Sabri Bey Meşrutiyet’in ilanında önemli yer tutan isimlerden birisi olmasında rağmen mağrur bir duruş ve tutum sergilememiş, Meşrutiyet’in ilanından sonra yapılan temsillerde de duruşunu bozmamıştır. Aldığı önemli görev ve başarılara rağmen İTC’nin mensubu olarak örnek davranış ve tutum sergilemiştir. 2. Meşrutiyet’in ilanını müteakip Eyüp Sabri Bey’in Ohri Kaymakamlık görevine getirilmesi söz konusu olmuş fakat fiiliyatta vazife kendisine tevdi edilmemiştir. Kendisi makam beklentisi içerisinde çalışmadığı için bu konularda kimseye küsmemiş, darılmamış mektep ve mescit inşaatıyla uğraşarak kültürel anlamda katkı sağlamanın peşinde koşmuştur.

Gerçekten de Ohri’de her çakılı çivinin üstünde onun ismi yazılıdır. Eyüp Sabri Bey, bu eserleri rahat rahat vücuda getir- memiştir. O, inşaatları uzaktan izlemeyecek, bizzat çalışacaktır. Tüm bunlara tanıklık eden Ahmed Tevfik Bey, mektebin bitişiğindeki ufak, perişan bir çadıra dikkat çeker. Mektep ve camii inşa edilirken Eyüp Sabri Bey gece gündüz demeden bu çadırda nöbet tutacaktır. Çadırda yalnızca yatacak bir karyola bir de masa vardır (s.198).

31 Mart Vakası tarihimizde eksik ve hatalı okumalarla birlikte anlaşılamayan konulardan birisidir. Bu konuda yazılan eserler tarafgir ve öznel olması nedeniyle itham etme ve yargılama amacı taşır. Yakın zamanda Ender Burak Korkmaz’ın çıkan eseri ile bu hadiseyle ilgili önemli yol kat edilmiştir. Kendisi kimseyi dövme yahut aba altında sopa gösterme amacı taşımadan isyan öncesi, isyan sırası ve isyan sonrasında yaşanan gelişmeleri günü gününe aktarmış sadece aktarmadan ziyade yorumuyla da zenginleştirmiştir. Bu hadise sadece bir gruba ya da bir kişiye yıkılamayacak kadar karmaşıktır ve sadece bir grubun etkisinden kaynaklanması da mümkün olan bir hadise değildir. En önemli sonucu ise Sultan’ın hal edilmesidir.

Eyüp Sabri Bey İTC’nin kurucusu ve mensubininden askeri kökenli olanların ve askerlik görevini devam edenlerin aksine 1910 senesinde istifa ederek emekli olmuştur. İTC içerisinde yer alan asker kökenlilere bakıldığında bu istifa ender görülen bir durumdur. İTC’nin eleştirildiği konulardan birisi de bu meseledir. Askerin siyasete karışması ya da askerin kışlada kalmaması siyaset içerisine dâhil olma isteği, dâhil olması. Fakat Eyüp Sabri Bey burada farklı bir pozisyon alarak emekli olur, İTC’nin Merkez-i Umumi üyesi seçilir, daha sonrasında katib-i umumilik görevine getirilir ve hayatını bu şekilde idame ettirir. Sadece İTC Merkez-i Umumisinde görev almakla kalmayan Eyüp Sabri Bey İttihatçıların deniz taşımacılığı şirketi olan Osmanlı İttihad Seyr-i Sefain Anonim Şirketi’nin kurucuları arasında da yer alır. Hayatının ilerleyen aşamasında da deniz taşımacılığı işlerine giren Eyüp Sabri Bey ne yazık ki bu girişimlerinde olumlu sonuçlar alamayacaktır.

Eyüp Sabri Bey her ne kadar istifa etmiş olsa da askerliğe dönmesini gerektirir dönmese bile cephede yer almasını gerektirir bir hadise vuku bulur: Balkan Savaşları. Cephede yer alma, cepheye gitme sadece Eyüp Sabri Bey’e özel bir durum değildir. Balkan toprakları, Makedonya elden gitmesin diye Meşrutiyet’i ilan eden her kim varsa savaş durumunda cepheye gönüllü gitmeye razı olmuştur, birliğini kurarak cepheye dâhil olmuş savaşmış ya da yardım etmiştir. Eyüp Sabri Bey’de bu dönemde birliği ile birlikte Balkan Harbi’ne katılarak cephede görev almıştır.

Eyüp Sabri Bey 1913 yılında Merkez-i Umumi’de görev alır, İzci Ocağı’nın kuruluşunda bulunur. Burada hikâyesinde bir kopukluk meydana gelecektir. Kendisi Balkan topraklarında görevli iken Arnavutluk’a giremeden esir olarak düşecek ve yaklaşık 3-4 yıl Malta’da esir olarak bulunacaktır. İmparatorluk, İTC ve hatta dünya için önemli gelişmelere gebe olan 1. Dünya Savaşı yıllarında cephede, mecliste, Merkez-i Umumi’de mutlaka görev alacağı düşünülen Eyüp Sabri Bey ne yazık ki esir olarak uzun bir süre memleketten uzak kalmıştır. Eyüp Sabri Bey’in Arnavutluk’a gitme sebebi ise Teşkilat-ı Mahsusa’nın Arnavutluk faaliyetlerin bir üst akıl olmasındandır.

Teşkilat-ı Mahsusa, Birinci Cihan Harbi sırasında Müslüman Boşnak ve Arnavutlar arasında teşkilat yapmaya başlayacaktır. Bu kapsamda Ohrili Eyüp Sabri Bey, Saraybosna Müftüsü Cemaleddin, Debreli Zünnun, Jandarma Kumandanı Arnavut Hayreddin, İzon- zo Cephesi’nde İtalyanlara karşı harbeden Boşnak ve Arnavutları gayretlendirmeye çalışırlar. Hüsamettin Ertürk de, bu bilgilerin ışığında Arnavutluk’ta Eyüp Sabri Bey’in Teşkilat-ı Mahsusa adı- na faaliyetler yürüttüğünden bahseden isimlerdendir.’ İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin önemli isimlerinden Atıf Bey (Kamçıl) da Eyüp Sabri Bey’in Teşkilat-ı Mahsusa emriyle Arnavutluk’ta faaliyet yürüttüğünü belirtir (s.311).

Kader Eyüp Sabri Bey’e esaret hayatını da yazmış ve yaşatmıştır. Arnavutluk’ta Teşkilat-ı Mahsusa’nın görevlendirmesi ile girmeye çalışırken kendisini Malta’da bulmuştur. Malta’da esir bulunduğu dönem 1. Dünya Savaşı yıllarına denk gelen Eyüp Sabri Bey’in serbest bırakılması için birçok girişim denenmiş, farklı çözümler üretilmeye çalışılmış hatta papa bile devreye girmiş fakat serbest bırakılmamıştır. Serbest bırakıldıktan sonra Milli Mücadele döneminde çalışmalarından haberdar olan İtilaf Devletleri Eyüp Sabri Bey’in serbest bırakılmasının hata olduğunu ifade etmişlerdir. Eyüp Sabri Bey için esaret günleri hem psikolojik hem de fiziksel açıdan zor ve sıkıntılı günlerdir. Ağır hastalıklarla boğuşan Eyüp Sabri Bey için hapishane koşulları ağırdır. Nihayet 1918 yılında Eyüp Sabri Bey ve birkaç kişinin esaretinin sona ermesi için yapılan girişimlerden sonuç elde edilir ve Eyüp Sabri Bey serbest kalır. Eyüp Sabri Bey esaret altındayken dahi İttihatçı arkadaşları tarafından unutulmamış, 1916 yılında toplanan İTC kongresinde Merkez-i Umumi üyesi seçilmiştir. Eyüp Sabri Bey’in esaret altında dahi hatırlanması, hatırlanmakla kalmayarak Merkez-i Umumi üyesi seçilmesi İTC’nin ve mensubininin kendisine verdiği değeri bir kez daha göstermiştir.

Eyüp Sabri Bey’in esaret hayatının bittiği ve memlekete döndüğü tarih tam olarak bilinmemekle birlikte Talha Burak Ünlü’ye göre 1914 yılının son döneminde başlayan esaret hayatı 3-4 yıl kadar sürmüş, 1918 yılının sonlarında nihayete ermiştir. Bu tarih aynı zamanda 1. Dünya Savaşı’nın son erdiği, Osmanlı İmparatorluğu’nun mağlup olduğu ve İTC’nin tarihe karıştığı zamana denk gelir. Dört yıllık savaş sonunda İmparatorluk tespit tanesi gibi dağılma sürecinin son dönemlerine denk gelmiştir. Eyüp Sabri Bey büyük hadiselerin vuku bulduğu bu döneme bire bir tanıklık yapamamış, savaş ortamında mecliste, cephede ve Merkez-i Umumi’de görev alamamıştır. Savaşın kaybıyla birlikte İttihatçı liderlerin yakalanmaları ve ölüm fermanları verilmeye başlanmıştır. İTC savaşı kaybeden hükümetin başında bulunması sebebiyle savaşın kaybedilmesinden sorumlu tutulur. Bu nedenle kendisini fesih etme ve yeni bir yüzle yola devam edilmesi kararı alınır.

Eyüp Sabri Bey 1. Dünya Savaşı, İTC’nin feshi ve Teceddüt Fırkası’nın kuruluşunda sahnede yer almaz. Esaret hayatı devam ederken ülkeye geldiyse bile esaret hayatının etkisiyle görev alamamaktadır. Tarih sahnesine çıkışı Karakol Cemiyetiyle birlikte olur. Karakol Cemiyeti Milli Mücadeleye yardım eden İttihatçıların oluşturduğu cemiyettir. İTC her ne kadar Teceddüt Fırkası’na evrilmişse de İmparatorluk bakiyesi topraklarda elde kalanın kurtarılabilmesi için aksiyon almaktan vazgeçmemiş, Milli Mücadeleye destek vermiş, burada da kurucu rol oynamıştır. İstanbul’dan kaçırılan silah ve mühimmatla Anadolu’da Milli Mücadele desteklenmiştir. Anadolu’da kurulan cemiyetler ve silahlı mücadelede de İTC mensubininin olduğu kabul edilmektedir. İTC kurucularından Eyüp Sabri Bey’de Karakol Cemiyeti bünyesinde faaliyet göstermiştir.

Eyüp Sabri Bey cemiyetin Üsküdar mıntıkasında faal olarak çalışacaktır. Özellikle cemiyetin maddi giderleri için teşkilata para toplanması vazifesini Eyüp Sabri Bey, Tolçalı Süleyman, Üsküdarlı Ahmed Halim ve Şükrü Beyler üstelenecektir. Eyüp Sabri Bey ve arkadaşlarının maddi kaynak olarak kullandığı isimlerin başında Kasaplar Cemiyeti Reisi Kara Ahmed Bey gelmektedir. (shf.382)

Milli Mücadele Döneminde Eyüp Sabri Bey yine aktif siyasetin içerisinde yer almaktadır. Birinci Meclis’te Eskişehir mebusu olarak seçilen Eyüp Sabri Bey, Yeşilordu Cemiyeti’nin kurucuları arasında yer alır. Bu dönemlerde İngiltere’nin İttihatçı alerjisi nedeniyle Eyüp Sabri Bey takibe takılır. Daha sonrasında Yeşilordu Cemiyeti kapatılır ve Eyüp Sabri Bey Türkiye Komünist Fırkası saflarında ortaya çıkar. Eyüp Sabri Bey bu oluşumlara Komünistliğe inanmak yahut umdelerini benimsemekten çok muhalif kanatta yer almak, İTC’nin Anadolu’da kendine alan açması için bulunduğu kurduğu varsayılabilir. Elbette bu varsayımların okumalarla ve araştırmalarla desteklenmesi elzemdir ama bilindiği üzere Milli Mücadele İttihatçılardan bağımsız okunamaz, yurtdışında bulunan İTC mensubini de hem bulunduğu yerden hem de ülkeye gelerek Milli Mücadeleye destek vermek istemiştir.

Resmi Türkiye Komünist Fırkası, Eyüp Sabri ve Hakkı Behiç Beylerin partisi olarak bilinmektedir. Bu ikilinin Yeşilordu Cemiyeti’nin önde gelenleri arasında olduğu hatırlanacak olursa arada bir bağ bulunduğu aşikârdır. Yeşilordu’nun kapatılarak TKF ile birleştiğini bazı İttihatçılar da zikretmektedir. (shf.416)

Eyüp Sabri Bey, Çerkes Ethem ile Ankara Hükümeti arasında arabuluculuk görevi üstlenir bu nedenle kendisine iftira da atılacaktır. Nasihat Heyetinde olmasına rağmen kendisine Çerkes Ethem taraftarlığı yaftası yapıştırılır hatta bu nedenle yargılanır. Yargılamadan sonuç çıkmasa da adının anılması bile Eyüp Sabri Bey için felaket niteliğindedir. Yurtdışındaki İTC mensubine ile görüşür, fikir alışverişi yapar. Bütün bunlar Ankara Hükümeti tarafından Eyüp Sabri Bey’in hanesine eksi olarak yazılır, kendisi hakkında çeteleler tutulur. Cumhuriyetin kuruluşunda Mustafa Kemal’in İttihatçılara karşı doğrudan bir söylem ve eylemi bulunmamakla birlikte kılçıksız ‘kız gibi bir meclis’ oluştuktan ve mutlak iktidar elde edildikten sonra hesaplar görülecektir. İTC ve mensubini de bundan nasibini alacak İzmir Suikastı ile birlikte İTC ve mensubini yargılanarak tasfiye edilecektir. Bu yargılamaların hukuki olmadığı, doğrudan siyaset kurumunun nüfuzu altında hesaplaşma amacını taşıdığı tespit edilmiştir. Hukukilikten ziyade siyasi olarak yapılan bu yargılamalar ile İTC ve dönemi yargılanmıştır. Eyüp Sabri Bey bu yargılamalardan da beraat etmiş herhangi bir ceza almamıştır. Fakat İTC mensubini Doktor Nazım ve Cavid Bey gibi isimlerin idamına karar verilmiştir.

Doktor Nâzım Bey, Enver Paşa’nın Ankara’ya muhalefet etmek gibi bir düşüncede olmadığını, kendilerinin de “memlekette post kapmak” niyetinde olmadıklarını belirterek “Elhamdulillah aklımızı kaybetmedik. Kimsenin şahsi hırslarına alet olacak kadar çok şükür budala değiliz ifadelerini kullanır. Bütün emellerinin ellerinden geldiğince çalışarak mümkün olduğu kadar vatana olan borçlarını ödemek olduğunu söyleyen Doktor Nâzım Bey: “Bunun için dâhilde çalışmaklığımıza müsaade edilseydi bir nefer gibi hizmete amade idik. Dâhilde yapamadığımızı hariçte ifa edebilmek için hiçbir emel ve menfaat-ı şahsi gözetmeden vatan ümid ederim ki, tuttuğumuz yol sayesinde kudretimizce memlekete bir faidemiz olmuştur ve daha da olacaktır.” diyerek memleket için çalıştıklarını yineler. Anadolu’da teessüs eden Kuva-yı Milliye’ye yardımdan başka bir şey düşünmediklerini söyler. Çiçerin’in kendisine; “Anadolu sizin için fena düşünüyor” dediği zaman cevaben; “Siz bize Anadolu’nun hakkımızda ne düşündüğünü sormayın, bizim Anadolu için ne düşündüğümüzü sorun ki, cevap verebilelim” dediğini ve Anadolu’nun muvaffakiyeti için ellerinden geleni yapacaklarını söylediğini belirtir. Ankara’nın kendilerine ve samimiyetlerine inan- madığını belirten Nâzım Bey, Ankara’yı kastederek, “Bizi muhalif göstermede devam edecek ve bu yoldaki propagandasında sebat edecekse herhalde mesleğimizi değiştirmeyeceğiz” der. Nâzım Bey, başta Mustafa Kemal Paşa olmak üzere Ankara’nın açtığı “cihat yolunda” duadan ve güçlerinin yettiği kadar hizmetten çekinmeyeceklerini, arada fesat çıkaranların kışkırtmalarına devam etmeleri ve bu yolda daha fazla şiddet gösterilirse Kuva-yı Milliye’nin muvaffakiyeti için duadan geri kalmayacaklarını ekler. Kendilerini muhalif göstererek hedef tahtasına konulmalarının vatan için bir faydası varsa en başta kendisinin Ankara’ya teşekkür edeceğinin bilinmesini isteyen Nâzım Bey; “Memleket kurtulsun da millet bize isterse lanetler yağdırsın. Ben kendimi bildiğimden beri milletim ve memleketim için vakf-ı vücud ettim. 50’ye yakın bir yaştan sonra şahsi kaygıya düşmeyi tenezzül addederim. Diyerek samimiyetini dile getirir (s. 456).

Bu yargılamalar sonrası Eyüp Sabri Bey farklı illerden milletvekili seçilmiş ve fakat aktif bir çalışma hayatı içinde bulunmamıştır. Sessiz ve köşede kalmayı tercih eden tutum sergilemiştir. 1908’de Meşrutiyet’in ilanında dağa çıkan, 2. Abdülhamid’in paşasını dağa kaldırarak Meşrutiyet’in ilanında önemli pay sahibi olan, İTC’nin kurucu kadrosu içinde yer alan, İTC Merkez-i Umumi üyeliği yapan, 31 Mart vakasında birliğiyle katılım sağlayan, Teşkilat-ı Mahsusa içerisinde görev yapan ve esir alınan, esaret hayatında sonra Karakol Cemiyeti ve Milli Mücadele içerisinde aktif olarak çalışan, Komünist Fırka, Yeşilordu Cemiyeti ile muhalif hareket içerisinde yer alan İTC’den kopamayan Eyüp Sabri Bey’in hayatının son döneminde bu sessizliği elbette garip karşılanabilir, belki de karşılanmalıdır da. Hayat işte insanı nerelerden nerelere alıp götürüyor, heyhat!

Eyüp Sabri Bey birçok İttihatçının aksine uzun bir ömür yaşamış ve tesadüfi bir ölümle vefat etmemiştir. Hürriyet-i Abide’de Mülazım Atıf Bey’in yanına defnedilmiştir. Tipik bir İttihatçı hayatı yaşamış, Balkanlar’da başlayan hikâyesi Hürriyet-i Abide’de son bulmuştur. Hayatının son dönemleri ve esir olduğu tarih haricinde aktif olarak yaşamış olayların içerisinde yer almıştır. Eyüp Sabri Bey’in biyografisi ana hat ve satır aralarıyla dikkat çekicidir, dönemi yansıtır. Başlangıçta değinilen ilkelerle birlikte değerlendirildiğinde okura yaşadığı dönemin fotoğrafını çekip analiz etme imkânı sunar. İstisnası ise Malta’da esir hayatında bulunduğu dönem nedeniyle 1. Dünya Savaşı’dır.

İttihat ve Terakki’nin kara kutusu Eyüp Sabri Bey sessiz sedasız tarih sahnesinden çekildi. Kurşunların, orduların, esir kamplarının yenemediği Eyüp Sabri Bey’i karaciğer kanseri yenmişti. Talat Paşa’nın tabiriyle “Yatakta ölmenin nasip olmadığı” İttihatçıların aksine böyle bir ölüm Eyüp Sabri Bey için bir mucizeydi (s.542).

Talha Burak Ünlü, İttihatçıların Kara Kutusu Hürriyet Kahramanı Ohrili Eyüp Sabri (Akgöl), Timaş Yayınları, İstanbul, 2025, 592 Sayfa

Yazar: Muhammet Hüseyin Güneş

4.1 12 kere oylandı
İçeriği Değerlendir