Mustafa Alican – Malazgirt 1071

Tarihçi; tarihine bağlı kalmalı, objektif olmalı, olayları en doğru biçimde, değiştirmeden aktarmalıdır. Sonuçları belgelere dayandırmalı, tek kaynaktan değil birçok ve özellikle çağdaş kaynaklardan yararlanarak en doğru bilgiye ulaşmalıdır. Tüm bu saydıklarımı bulabileceğimiz bir eser… Doç. Dr. Mustafa Alican Hoca’nın Malazgirt 1071 – Kıyametin İlk Günü adlı kitabının değerlendirmesini sizler için kaleme almaya çalıştım. Bütün akademik eserlerde, kaynak kısmı son derece önemlidir ve müellif bu çerçevede eserini ele alır. Fakat bahsi geçen eseri diğer akademik eserlerden ayıran en önemli yanı, her bölümde okuyucuyu doyuracak şekilde kaynaklardan bahsetmesidir. Ayrıca bu kaynaklar dönem kaynağı olmalarının yanı sıra, savaş taraftarları yani hem Bizans hem de İslam kaynaklarından yararlanılması eseri daha da zenginleştirmiştir. Bu da savaşı her iki pencereden görmemize imkân tanımıştır. Dolayısıyla objektif olması bakımından son derece önemlidir. Okuyucunun kafasındaki soru işaretlerinin kaybolmasına neden olmuştur. Özellikle o dönem üzerine çalışma yapan araştırmacılar açısından bir baş ucu kitabıdır. Araştırmacılar bu eser sayesinde, birinci el kaynaklara kolaylıkla ulaşabileceklerdir.

Kuşkusuz Malazgirt zaferi, Türk tarihinin adeta bir dönüm noktasıdır. Bizler bu topraklarda halen varlığımızı devam ettirebiliyor isek bunda zaferin payı vardır. 1071 Malazgirt Savaşı ile başlayan, Miryokefalon Savaşı ile devam eden ve Büyük Taarruz ile sona eren siyasi başarıların sonucunda Anadolu, Türk yurdu haline geldi. Başlıktan yola çıkarak ilk anladığımız savaş, günün adeta bir kıyamet şeklinde olmasındandır. Aslında burada vurgulanmak istenen, Bizanslılar için kıyametin Malazgirt meydanında başlamasıdır. Selçuklular ve Bizanslıların ilk karşılaşması Pasinler Savaşı’ndadır. Fakat kaynaklara baktığımızda önceden bir savaşın daha yapıldığı ve Bizans galibiyeti ile sonlandığı görülmektedir. Pasinler Savaşı, Malazgirt Savaşı’nın altyapısını oluşturmaktadır. Bu savaş ile birlikte Selçuklu ordusu Bizans ordusunu tanıma fırsatı bulmuştur. Malazgirt Savaşı ile Anadolu’yu kesin olarak kaybeden Bizans, bu toprakları tekrar ele geçirememekle beraber, İstanbul’u kaybedecekleri de kesin olarak belli idi. Eserde savaşın öncesi, sırası ve sonrası her bir kaynak karşılaştırılarak ele alınmıştır. Kitabın içeriğinden bahsetmeye devam edeceğim fakat onun öncesinde müelliften biraz bahsetmek istiyorum.

Doç. Dr. Mustafa Alican; 2007 yılında Ege Üniversitesi Tarih Bölümünden mezun oldu. Aynı üniversitede 2012 yılında doktorasını tamamladı. 2013 yılında yardımcı doçent, 2016 yılında doçent oldu. Çeşitli gazete, dergi ve internet sitelerinde yayın hayatına devam etmektedir. Şu an Muş Alparslan Üniversitesinde çalışmalarını sürdürürken aynı zamanda Sosyal Bilimler Enstitüsü müdürü ve Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü öğretim üyesi olarak görev yapmaktadır.

Kitap 2013 yılında akademik bir üslupla kaleme alınmıştır. Yoğun istek ve ilk baskısının bitmesi üzerine 2017 yılında ikinci baskısı yapılmıştır. On altı sayfalık giriş bölümü ve olayların kronolojik sıralamayla anlatıldığı on beş bölümden meydana gelmektedir. Genel itibariyle savaş öncesi, sırası ve sonrası olayları anlatılmaktadır. Dilinin akıcı ve anlaşılabilir olmasından dolayı, zafer hakkında bilgi sahibi olmak isteyenlerin rahatlıkla okuyabileceği bir eserdir.

Kitabın giriş bölümünden anlayacağımız üzere Selçukluların asıl hedefi Fatımiler olsa da Bizans’ın üstüne geldiğini duyunca yönünü Anadolu’ya çevirmiştir. Fatımileri hedef almasındaki amaç Selçukluların diğer devletlerden farklı olarak birleştirici bir politika izlediği ve İslam’ı Şii çerçevede ele alıp bölmek isteyen Fatımileri ortadan kaldırmaktır. Selçuklu nizamı adını verdiğimiz dünya düzeni kurmak amacındaydılar. Malazgirt Savaşı’nın temel eğitimde çok fazla ele alınmadığının, bu alanda çok fazla çalışılmadığının ve yeterince önem verilmediğinin altını çizen müellif, geçtiğimiz yıl gerçekleşen Malazgirt çalışmalarında ön safta yer almıştır. Bu çalışma ile tekrardan Malazgirt’in anlamını kazanacağı kanaatindeyim.

Kitabın “Kıyametin İlk Günü” adlı ilk bölümünde; “kıyamet” kelimesi ele alınırken, farklı dinlerde karşılığına değinilmiştir. Kıyametin din boyutundan öteye çıkılarak, felsefi yaklaşımla filozofların fikirlerine yer verilmiştir. Bizanslılar o dönemde İstanbul’u âdeta bir dünya şehri yapmışlardır. Avarlar, Sasaniler, Eyyubiler ve Bulgarların uğrak noktası olmasına rağmen başarılı olamamışlardır. Müslüman-Türklerin fethi ile Bizans-Selçuklu mücadelesi başlamıştır. Malazgirt Savaşı, İstanbul’un fethinin başlangıcıdır.

“Malazgirt Savaşı’na Doğru” adlı ikinci bölümde; kadim Bizans İmparatorluğunun iç meselelerinden bahsedilir. İmparatorun ölümünden sonra eşi imparatoriçenin tahta çıktığı, imparatoriçenin ülkeyi iyi yönetebilmek için bir imparatora ihtiyaç duyduğu ve Romanos Diogenes ile evlendiğinden söz edilir.

“Bizans Ordusundaki Ünlü Selçuklu Şehzadesi Kimdi” adlı üçüncü bölümde; ünlü bir Selçuklu şehzadesinin Kavurd isyanı ile Anadolu’ya geldiği, Bizans ile yapılan savaşta esir düştüğü yer alırken bu şehzadenin Malazgirt Savaşı’nda yer almayıp İstanbul’da olduğundan bahsedilir.

“Sefere Daha Yeni Çıkan İmparator’un Başına Birçok Uğursuzluk Gelmişti” adlı dördüncü bölümde; Bizans imparatorunun, sefere çıkmadan önce başına gelen felaketlerden bahsedilir. Bu uğursuzluklar, dinlenme yerinde başlar. Ayasofya’daki büyük putun 3 defa yıkılması, geminin üstünde uçan siyah güvercin, imparatorluk çadırını ayakta tutan direğin yıkılması… Bunlar büyük mağlubiyetin adeta habercisi gibi görünmektedir.

“Selçuklu Sultanı Alparslan Mısır Seferine Çıkmıştı” adlı beşinci bölümde; büyük Sultan Alparslan’ın asıl niyetinin Fatımiler olduğu, Mısır seferinde istediği sonucu elde edemeyince Urfa’ya yöneldiği, Urfalıların şehri teslim etmediği ve Selçuklu ordusunu yıprattığı söz konusudur.

“Bizanslılar İlerlerken Selçuklular Halep Kuşatmasındaydı” adlı altıncı bölümde; Urfa’dan ayılan sultanın morali bozulmasına rağmen, fırsatı bulan ilk hükümdar olduğu için mücadeleye devam ettiği ve Halep’in anahtarını alan Sultan Alparslan’ın, Bizans imparatorunun kendilerine doğru yöneldiğini öğrenince Anadolu’ya geçtiği bahis konusu edilmiştir.

“İmparator Selçuklular Konusunda Yanılmıştı” adlı yedinci bölümde; bir yıl önceki savaş manzarasından bahsedilirken, tecrübesiz kumandanlar yüzünden yanlış taktik yapıldığına değinilmiştir.

“Selçuklu Ordusu Savaştan Önce Ağır Kayıplar Vermişti” adlı sekizinci bölümde; Bizans’ın üzerine geldiğini anlayan Sultan Alparslan’ın doğuya sefere çıkma kararı almasından bahsedilir. Hangi yolları kullandığı konusunda farklı bilgiler vardır.

“Bizans Öncü Birlikleri Art Arda Mağlup Edildiler” adlı dokuzuncu bölümde; Bizans imparatorunun gönderdiği öncü birliklerin mağlup olduğu, Bizans’ın önemli komutanlarının Selçukluların eline geçtiği söz konusu edilmiştir.

“Atalarınız Hemedan’da Kışlar da Sizi Bilemem” adlı onuncu bölümde; imparatorun kibrinin devam ettiği ve Alparslan’ın yeterli gücü olmadığı için üzülürken tüm İslam devletlerinin onun için dua etmesiyle güçlendiği bahis konusudur.

“Bu Meydanda Sultanlık, Askerlik Yoktur” adlı on birinci bölümde; savaş öncesinde Sultan Alparslan’ın duası, İslam ülkelerinin nasıl birlik olup o gün tek vücut oldukları, askerlerin buna karşı tavrı, savaşın her iki tarafın kaynaklarında nasıl ele alındığı ve zaferin dönüm noktası gibi konulara değinilmiştir.

“Malazgirt’te Tarafların Askeri Açıdan Durumları Neydi” adlı on ikinci bölümde; hem Bizans hem de İslam kaynakları karşılaştırılarak Selçuklu ve Bizans ordularındaki askerlerin durumu ele alınmıştır. Bununla birlikte modern tarihçilerin ifadeleri ile tahmini bir sonuca varılmıştır. Taraf değiştiren Oğuz ve Peçeneklerin savaşın hangi safhasında böyle bir işe eğilim gösterdiklerine değinilmiştir.

“Benim Yerimde Olsan Sen Ne Yapardın” adlı on üçüncü bölümde; Romanos Diogenes’in esir düşmesine, sultan ile arasındaki diyaloga ve antlaşma şartlarına yer verilmiştir.

“Romanos Diogenes’in Hazin Sonu” adlı on dördüncü bölümde; Romanos Diogenes’in serbest bırakıldıktan sonra kendi toplumu tarafından başına gelen olaylarla birlikte, ölümü ele alınmıştır.

“Sultan Alparslan, Malazgirt Savaşı’ndan Bir Süre Sonra Öldürüldü” adlı on beşinci bölümde; Karahanlı hanedanından Harezm tarafından sultanın sinsice pusuya düşürülmesi ve bu olayın onun sonu olduğu anlatılmıştır.

Kitabı, diğer akademik eserlerden ayıran belki de en önemli özelliği, sonuç yerine bu kutsal zaferin öneminin yer almasıdır. Çünkü bu zaferin önemi ortaöğretim müfredatından öğrendiğimiz ve zihnimize kazıdığımız “Anadolu’nun kapılarını açan…” cümlesinden ibaret değildir. O halde gelin, kısaca müellifin cümleleri ile bu zaferin öneminin şuuruna varalım.

Sonuç yerine Malazgirt’in önemi

İslam dünyasına tarihsel bir mira yaratmışlar. Şii-Sünni mücadelesini sona erdirip, Bizans karşısındaki duraklamanın sona ermesini sağlamışlardır. Önce Büyük Selçuklular, daha sonra Türkiye Selçukluları ve Anadolu Beylikleri, en sonunda ise Osmanlılar Bizans’ı kademe kademe gerileterek tarihten silmişlerdir. Selçuklular ile başlayan bu mücadele 1453’te İstanbul’un fethine kadar devam etmiştir. Anadolu coğrafyasının Türkleştirilmesi ve İslamlaştırılması Malazgirt zaferi ile gerçekleşmiştir. Hem Türk ve İslam hem de dünya tarihinin bir dönüm noktası olarak görülmektedir. Bu zaferin, 4 yıl sonra İznik’te, Türkiye Selçuklu Devleti’nin kurulmasında payı vardır. Malazgirt ile Bizans gerileme sürecine girmiş, bir daha toparlanamamıştır. Son olarak Selçuklu alanında yeterli çalışmalar yapılmadığına değinen yazar, bu zaferin daha fazlasını hak ettiğini düşünmektedir.

Eser, Orta Çağ meraklıları için vazgeçilmez bir nimettir. Çünkü bu eser ile birlikte sadece olayları öğrenmenin ötesinde, her iki pencereden de bakma fırsatı bulabilirsiniz. Müellif, her bir olayın hangi dönem kaynağında nasıl geçtiğini, modern tarihçilerin düşüncelerini ve en sonunda kendi fikrini beyan etmesi ile okuyucunun sentez kurmasına imkân tanımıştır. Hal böyle iken okuyucuda yorum gücü daha da güçlenecektir. Bunun yanı sıra kaynak zenginliği nedeniyle eser, araştırmacılara “kaynak kitap” vazifesi de görmektedir. Salt bahsi geçen eserden ziyade, hocamızın diğer eserlerinde de aynı manzara ile karşılaşmaktayız. Kütüphanelerin olmazsa olmazı gördüğüm bu eseri; okumayı, araştırmayı seven herkese ve özellikle bölümdaşlarıma şiddetle tavsiye ederim. Kendisinin öğrencisi konumuna eriştiğim ve üç yıldır öğrencisi olduğum saygıdeğer Doç. Dr. Mustafa Alican hocama bu ve diğer eserlerini tarih literatürüne kazandırdığı ve kitabımı imzaladığı için çok teşekkür ediyorum.

Mustafa ALİCAN, Kronik Kitap, 219 Sayfa, İstanbul 2017, ISBN: 9786058301160

Yazar: Havva ELÇİOĞLU

5 2 kere oylandı
İçeriği Değerlendir