Türk siyasi hayatına 90’lı yıllarda damgasını vurmuş Büyük Birlik Partisi, akademik camiada göz ardı edilmiş önemli konulardan biri olmuştur. Genelde partinin kurucu lideri merhum Muhsin Yazıcıoğlu üzerine yoğunlaşan araştırmacılar, Büyük Birlik Partisi’ni es geçmişlerdir. Bu eksikliğin farkında olan Ömer Umur, üzerine düşeni yerine getirmek için kolları sıvamış ve parti ile ilgili hazırlamış olduğu yüksek lisans tezini kitaplaştırmıştır. Bu çabaya kayıtsız kalmayarak, siyasi tarihimizin önemli yapı taşlarından ve kaynak kitaplarından olacağına inandığımız “Türk Siyasi Tarihinde Büyük Birlik Partisi” adlı eserin müellifi, tarih öğretmeni Ömer Umur ile Kitap Şuuru olarak mülakat gerçekleştirdik. Kitabı ön planda olmak üzere, Umur’un Türk siyasi hayatına bakışı, merhum Muhsin Yazıcıoğlu’nun rahmetli Alparslan Türkeş önderliğindeki Milliyetçi Çalışma Partisi’nden ayrılma sürecinde yaşadıkları ve Büyük Birlik Partisi’nin Türk siyasi hayatındaki özgül ağırlığı da sorulan sorular arasındadır.
Kitabınızda Muhsin Yazıcıoğlu’nun MHP’den ayrılması sürecini çok kapsamlı bir şekilde anlatmışsınız, ancak sizin süreç hakkındaki temel görüşünüz nedir?
Öncelikle sorular için teşekkür ederim. Türk Siyasi Tarihinde Büyük Birlik Partisi isimli eserimizin ilk baskısı 22 Mart 2017 tarihinde MUHSİYAD tarafından; 2. ve 3. Baskısı Maarif Mektepleri tarafından yapıldı. Bu eser, Büyük Birlik Partisi üzerine çalışılmış ilk eserdir, aynı zamanda Yüksek Lisans Tezi olması hasebiyle yaklaşık dört yıllık bir araştırma sonucu ortaya çıkmıştır. Amacımız bu alandaki boşluğu doldurmanın yanında, daha sonra bu alanda yapılacak çalışmalara örnek olmasıydı. Eserimize aldığımız olumlu tepkiler ve kısa zamanda 3. baskısını yapması bizi ziyadesiyle memnun etmiştir. Yaptığımız çalışmaya olan talep bu alanda bir çalışmaya ihtiyaç olduğunu da göstermiştir.
Bu kısa açıklamadan sonra ilk sorunuza dönersek Bu eseri hazırlarken danışman Hocam Sayın Yrd. Doç. Dr. İsmail Özer hocamız ile “Büyük Birlik Partisi ile alakalı insanların en merak ettikleri konular nedir?” diye konuşurken bu soru ilk akla gelen soru olmuştur. O sebeple biz de bu konuyu en ince ayrıntısına kadar araştırarak detaylı bir şekilde incelemek istedik. Burada bir konuyu da söylememiz gerekmektedir. Bu eserin kaynakçası incelendiği zaman görmüşsünüzdür, kitap, makale gibi kaynaklar çok azdır. Bu az olan kitap ve makaleler de çoğunlukla eserin ilk bölümü olan temel kavramlar kısmında kullanılmıştır. Biz eserimizi dönemin canlı tanığı, partinin kurucularından hayatta olan 84 kişi ve yine partide yöneticilik yapmış veya hâlâ yapan toplamda üç yüze yakın insan ile görüşme yaparak hazırladık. Ayrılık dönemi kısmında da bu görüşme yaptığımız kişilerin çoğunluğuna bu soruyu sorarak ve konu ile alakalı gazete arşivlerine göre hazırlamaya gayret ettik.
Yaptığımız görüşmelerden ve incelediğimiz kaynaklardan şöyle geriye dönüp bugünden 25 yıl öncesine bakarsak sorunuz ile alakalı şunları söyleyebilirim. 12 Eylül’ün ülkücülerin düşünce yapılarındaki hapishanede ortaya çıkan etkisi, Muhsin Yazıcıoğlu’nun politikayı (siyaset ile politika farklı kavramlar olduğunu belirtirsek bu maddeyi daha iyi anlayabiliriz) bilmemesi, MÇP içerisindeki bazı kişilerin makam mevki merakı ve MÇP’nin olası bir iktidara gidişinin engellenme düşüncesi bu ayrılığın temel sebepleri olarak gözükmektedir. Hükümete güvenoyu verilmemesi, fikrî ayrılıklar, Bizim Dergâh Baskını gibi olaylar bu işin görünen sebepleri olmuştur.
Muhsin Yazıcıoğlu’nu diğer siyasilerden, BBP’yi de diğer siyasal partilerden ayıran temel noktalar nelerdir?
“Muhsin Yazıcıoğlu’nu diğer siyasilerden ayıran nedir?” sorusuna verilebilecek cevapların başında belki de siyasete bakışı ilk sırada gelmektedir. Siyaseti iktidar olmak için değil de sırf Allah rızası için yapmış olması belki de onu diğer siyasilerden ayıran en önemli özelliktir. Muhsin Yazıcıoğlu siyaset yaptığı dönemde arkadaşlarını hiç yarı yolda bırakmadı. Siyasetin kirli, yozlaşmış anlayışını asla dikkate almayarak siyasete bir anlayış, üslup ve seviye getirmiştir. Biz zaferden değil seferden sorumluyuz anlayışı ile milletini düşünerek siyaset yapan Muhsin Yazıcıoğlu doğrudan ve haktan ayrılmadan yaşamı boyunca siyaset yapmıştır. Döneme göre, güce göre asla yalpalamadan partinin kuruluşundan şehit olduğu güne kadar söylemlerinin değişmemesi, siyasete bir değer getiren lider olarak gerek bizler gerekse siyasi rakipleri tarafından her zaman dile getirilen yönüdür. Muhsin Yazıcıoğlu dik duran, doğru söyleyen, düz yürüyen ve istikamet sahibi bir liderdi. Bu vesile ile Şehit Genel Başkanım Muhsin Yazıcıoğlu’na Allah’tan rahmet diliyorum.
Sorunuzun ikinci kısmına gelirsek 29 Ocak 2018 tarihinde 25. kuruluş yıldönümünü kutlayan Büyük Birlik Partisi, Türkiye’deki 88 parti içerisinde kuruluş tarihine göre en eski 9. parti, seçimlere katılma durumuna göre de 4. eski partidir. Büyük Birlik Partisi sisteme alternatif olması yönü ile diğer partilerden ayrılmaktadır. Yine Avrupa Birliği’ni kesin olarak reddetmesi yönü ile sağdaki partilerden ayrılmaktadır. Büyük Birlik Partisi’nin siyasete kazandırdığı Sivil İnisiyatif Programı, Milli Mutabakat Metni siyasette çok ses getirmiştir. Yine partinin Ar-Ge birimi tarafından üretilen Sınavsız Üniversite, Askeri Ücret, İdam Halka Sorulacak, KAP, Bizim Türkiye’miz, GÖR, Büyük Aile ve Birlikte Belediyecilik gibi projeleri ile de diğer partilerden ayrılmaktadır. Son dönemlerde Büyük Birlik Partisi’nin bazı projeleri Ak Parti tarafından hayata geçirilmiştir. (Örnek vermek gerekirse Asgari Ücret). Büyük Birlik Partisi’nin yedi milletvekili ile mecliste temsil edildiği dönemde özellikle REFAH-YOL Hükümetinin kurulması için bakanlık teklif edilmesine rağmen ve aldığı tüm tehditlere rağmen gösterdiği duruş Türk siyasi tarihinde kolay kolay göremeyeceğimiz bir duruştur.
Milli Mutabakat Çağrısı’nın Türk siyasi hayatı öznelinde önemi nedir?
Büyük Birlik Partisi kurulmadan önce nasıl bir anlayış ile yola devam edilecek, hayal edilen nedir, nasıl bir birliktelik düşünülüyor sorularının cevabı için hazırlanmış bir metindir. Bu metinde geçen kavramlar daha öncede dile getirilen kavramlardır. 1979 yılında Nizam-ı Alem gazetesinin ilk sayısında buna benzer bir yazı kaleme alınmıştı.
Milli Mutabakat Metni’nde yer alan Millî, İslâmî, insanî, yerli, demokratik, adaletli olmak, sivil toplumcu olmak, örgütlü ve yönetime talip olmak, bağımsızlık, özgürlük ve eşitlik yanlısı olmak, kalkınmacı, üreten ve paylaşan bir ekonomi anlayışına sahip olmak, bilimsel bilgiyi ve teknolojiyi benimseyen ve üreten bir toplum olmak, sanat ve kültürü özümseyen, yeni bir medeniyet kurma tasavvuru ve iddia sahibi bir toplum olmak kavramlarının Yeni Oluşum Hareketi tarafında temel esas ve ilkeler olarak belirlendiği karşımıza çıkmaktadır. Çağrıda hedeflenen her kesimle asgari müştereklerde buluşma isteğidir. Bu isteğin bir ittifak değil bir kaynaşma şeklinde olması hedeflenmektedir. Hiçbir pazarlık kabul etmeyen anlayışla yeni bir yapılanma kurulması hedeflenen çağrı ile “Çokluk İçinde Birlik” vurgusu öne çıkarılmıştır. Bu kadar farklı insanlara yapılan çağrı ile hedeflenen farklılıkları değil, birliği ön plana çıkararak Allah’ın birliğinde buluşma hedefi vardır. Farklı fikirleri bir araya getirmenin tek yolu Allah’ın birliğini merkeze koymaktan geçeceği belirtilen çağrı ile sivil toplumun da siyasetin içerisine çekilmesi hedeflenmiştir. Milli Mutabakat Çağrısı’nın en çarpıcı bölümlerinden birisi “Allah’ın Birliği ve Yüce Peygamberin risaleti dışında hiçbir mutlak hakikat tanımıyoruz.” ibaresiyle lider ne derse kabul edilir anlayışının reddedildiğini görmekteyiz. Çağrıda dört temel kavram ön plana çıkarılmıştır. Milli, sivil, İslami ve katılımcı kavramlarına göre bir birliğin kurulacağının vurgulanması ve çağrının tüm insanlığa yapılması oluşumun her kesime, her gruba ön koşulsuz açık olduğunu göstermektedir. Bu yönleri ile Milli Mutabakat Çağrısı yayınlandığı dönem açısından Türk siyasetine yeni kavramlar ve yeni bir anlayış getirmiştir.
Derneklerin Türk politikasına etkileri kapsamında değerlendirildiğinde Nizam-ı Alem Ocakları ve Alperen Ocakları’nın ya da genel anlamda BBP’nin yan kuruluşlarının Türk siyasetine etkileri ne olmuştur?
Büyük Birlik Partisi, kurulduktan hemen sonra gençlik teşkilatı olarak Nizam-ı Alem Ocaklarını kurmuştur. Bu Ocaklar 2000 yılında Alperen Ocakları ismi ile yoluna devam etmektedir.
Nizam-ı Alem Ocakları gençlik teşkilatı olarak kurulduğundan dolayı gençlerin yetişmesinde çok önemli katkıları olmuştur. Büyük Birlik Partisi diğer partiler gibi gençlik kolları olan bir parti olmadığı için Nizam-ı Alem Ocakları bir nevi partiden bağımsız ama gençlik kolları gibi çalışmalar yürütmüştür. Gençlik kolları çalışmalarının yanında yapmış olduğu eylemler ile Türk-İslam dünyasında meydana gelen olayları gündemde tutmuş, ülkemizde gündem belirleyen ocaklar olmuşlardır. Ocaklar sadece gençlerin yetiştiği yerler olarak kalmamış bunun yanında farklı çalışmalar ile de örnek olmuşlardır. Örnek vermek gerekirse depremde depremzedelere yardım yapan bir STK olarak görev yapmıştır. Türk Siyasetinde önemli görevler üstlenen, halen siyasetin içerisinde olan veya bürokrat olarak görev yapan nice gençler bu ocaklardan yetişmiştir. Ocaklar bir nevi siyaset okulu görevini üstlenmiştir. Şu an baktığımızda bu ocaklardan yetişen sadece Büyük Birlik Partisi’nde değil diğer partilerde de görev yapan arkadaşlar vardır. Bu yönü ile ocaklarımız Türk siyasetine gençlerin katılmasına zemin hazırlamıştır. Halen de hazırlamaktadır.
Türk-İslam sentezinin 12 Eylül cuntacılarının temel görüşü olduğu iddiaları hakkında ne düşünmektesiniz?
Türk-İslam Sentezi bir görüş olarak 1965 yılından sonra ortaya atılmıştır. Başta Alparslan Türkeş olmak üzere birçok Türk Milliyetçisi ve Milli Selamet Çizgisi bu fikri desteklemiş ve bu konuda demeçler vermiştir. Türk-İslam Sentezi adlı düşünceyi ilk ortaya atan Ahmet Er’dir. Ahmet Er’in ortaya attığı bu görüşe daha sonra Aydınlar Ocağı sahip çıkmış ve bu görüşü savunmaya başlamıştır. İbrahim Kafesoğlu ise, Türk-İslam sentezi kavramını gündeme getiren ilk kişidir. Türk-İslam Sentezi, 1970 yılında kurulan Aydınlar Ocağı tarafından formüle edilmiş ve programlaştırılmış bir halde Türkiye’deki siyasal gündeme girmiş; özellikle de 12 Eylül 1980 askeri darbesi sonrasında siyasal ve toplumsal alanda belirli bir güç kazanarak hegemonikleşmeye yönelmiş bir ideolojidir. İbrahim Kafesoğlu’nun geliştirdiği şekliyle Türk-İslam Sentezi düşüncesi, 12 Eylül sonrasında iki yıllık bir süreç içinde devletin resmi görüşü olarak formüle edilmiştir. Bir 12 Eylül Kurumu olan Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurulu, bu özel milli teoriyi devlet görüşü olarak kutsamıştır. Türk-İslam Sentezi, Beşinci 5 Yıllık Kalkınma Planı’na “Ek Belge” olarak girmiş Milli Kültür Raporu ile resmi belge haline gelmiştir.
Türk-İslam Sentezi 12 Eylül Cuntacıları tarafından toplumun yeniden tasarlanması için kullanılmıştır. Özellikle ülkedeki sol akımlar ve aşırı dini gruplar üzerinde bu akım bir nevi silah gibi kullanılmıştır. 12 Eylül Cuntacıları döneminde yapılan bazı çalışmalar bu görüş esasına göre yapılsa da bu görüşün temel görüş olarak görülmesi anlamına gelmemektedir. Ancak bu görüşü de kendi fikirleri doğrultusunda çok iyi kullandıklarını söyleyebiliriz.
BBP, MHP’yi eleştirerek kuruldu. Ancak eleştirdiği kurumun hemen bütün arızalarını da kendi bünyesine neredeyse genetik olarak taşıdı. Bunu nasıl yorumlarsınız?
Büyük Birlik Partisi’ni kuranları incelediğimiz zaman çoğunluğunun Ülkücü Hareket içerisinden gelenlerden oluştuğunu söyleyebiliriz. Büyük Birlik Partisi’nin partileşmeden önce yayınladığı Milli Mutabakat Çağrısı daha geniş kitlelerden olumlu cevap alabilseydi, partinin hedeflediği siyasetteki yeni anlayışlar uygulamaya konulabilirdi. Kuruluş sürecinde bu büyük birliği sağlayamadı. Yönetim kadrosunun çoğunluğu da Ülkücü Hareket içerisinden olunca eleştirdiği partinin yaptığı bazı yanlışları yapması kaçınılmaz olmuştur.
BBP’nin iddialı söylemlerine rağmen halk nazarında yeterince makul karşılanmamasını neye bağlamaktasınız? BBP niçin başarılı olamadı? Dış faktörlerin dışında BBP iç dinamiklerinin başarısızlıkta rolünü nasıl izah etmek gerekir?
Öncelikle başarı kelimesine bakışımız nasıl olmalıdır. Muhsin Yazıcıoğlu’nun değimi ile biz seferden sorumluyuz zaferden değil sözünü kıstas alırsak bir başarısızlık göremeyiz. Evet, Büyük Birlik Partisi girmiş olduğu seçimlerde arzu ettiği oranda oy alamamış ve bu ülkede iktidar olamamıştır. Bu açıdan baktığımız zaman başarısız sayabiliriz. Ancak, Partinin söylemlerinde, duruşunda veya kritik dönemlerde yapmış olduğu çalışmalara bakarsak Büyük Birlik Partisi Türk siyasetinde önemli bir yeri olan partidir. Gerek Muhsin Yazıcıoğlu gerekse partisine olan sevgi ile oy oranı ters orantılı olmuştur. Bu durum ülkemizde siyasetin yapılış şekli ile alakalı bir durumdur. Halk nazarında partinin ve onun şehit edilene kadar Genel Başkanlığını yapan Muhsin Yazıcıoğlu’na bakışında olumsuz bir yön yoktur.
Partinin başarısızlık yerine az oy almasında iç faktör olarak nelerin etkisi vardır diye bakarsak öncelikle parti kurucularının siyaset tecrübesizliği en önemli etkenlerden birisidir. Partiyi kuranların çoğunluğu Ocaklardan gelenler oluşturduğu için siyaset konusunda deneyimsiz olmaları önemli bir etken olmuştur. Yine kadın kollarının tam manası ile kurulup faaliyet yapamaması, partinin tanıtımının yapılamaması ve halk nazarında “Muhsin’in partisi” imajından kurtulup bir kadro partisine dönüşememesi iç faktörler olarak sayabileceğimiz etkenlerdir. Burada ülkemizdeki siyasi anlayışın da önemli bir etkisi vardır.
BBP camiasının sosyal medyada ilgi gösterdiği en yaygın temanın kurucu lideri rahmetli Muhsin Yazıcıoğlu karizması ve hayıflanması olduğu anlaşılıyor. Bu olgu camiada yeni fikirler üretilemediğinden bir nevi “patinaj” olarak değerlendirilebilir mi?
2009’da Muhsin Yazıcıoğlu’nun şehit edilmesi ve hala katillerinin bulunmaması parti üzerinde büyük bir travma etkisi yapmıştır. Büyük Birlik Partisi bu şoku atlatamamıştır. Partinin kuruluş döneminde politikaları aynen devam etmektedir. Bunun yanında yeni projeler de hazırlanmış ve kamuoyuna sunulmuştur. Ancak ne var ki bu projeler daha önce olduğu gibi medyada yer bulamamıştır. Partinin en büyük sıkıntılarından birisi de kendini halka ifade edeceği bir medyaya sahip olamamasıdır. Ülkemizde maalesef medya sektörü ya hükümetlerin ya da belli çıkar gruplarının tekelinde olduğu için partinin anlatmak istediklerinden ziyade onların duymak istediklerini sormaları sadece o dönemlerde partiye yer vermeleri bu durumun ortaya çıkmasına sebep olmaktadır. Partinin de kendi imkanları ile tanıtımını yapmaya çalışması maalesef yeterli olamamaktadır. Muhsin Yazıcıoğlu davası açılıp katilleri bulunmadan Büyük Birlik Partisi’ne gönül verenlerin de parti politikalarına önem vereceğini düşünmüyorum. Bu durum camianın en büyük sorunu olduğu için bu sorun çözülmeden durumun normale döneceği de yoktur.
BBP, kuruluşundan itibaren bazı tarikatlara samimi bağlılık gösterdi. Ama onlar seçimlerde Yazıcıoğlu’nun partisine pek teveccüh etmediler, alışık oldukları gibi hep iktidar partisine yöneldiler. Bu durum siyaset-tarikat ilişkileri çerçevesinde bildik bir aldanma olarak ele alınabilir mi?
Öncelikle bu konuya girmeden ülkemizde siyaset ve cemaat ilişkisine bakmamız lazımdır. Maalesef cemaat ve siyaset ilişkisi çok cıvık, her iki tarafa da zarar veren bir hal almıştır. Siyasi partilerin cemaatleri oy deposu olarak görmeleri, cemaatlerin de partileri maddi destek sağlayan, önlerini açan, üyelerine makam sağlayan bir kurum olarak görmeleri her iki tarafın da bozulmasına sebep olmuştur. Bu ilişki çıkar ilişkisine dönmüştür.
Sorunuza dönersek Büyük Birlik Partisi’nin kuruluş döneminde Muhsin Yazıcıoğlu her kesimi kucaklamaya çalışmış ve her kesimi birleştirme amacıyla yola çıktığını ifade etmiştir. Bu sebeple hemen hemen her kesim ile görüşmeler yapmış ve kurulacak partinin geniş tabanlı adından da anlaşılacağı üzere Büyük Bir Birlik olmasını arzu etmiştir. Ancak kuruluş döneminde hiçbir cemaat Büyük Birlik Partisi’ne destek sözü vermemiştir. Parti de biz şu cemaatin partisiyiz söyleminde bulunmamıştır. Parti içerisinde farklı cemaat ve tarikatlara gönül vermiş üyeler bulunmaktadır. Ancak kurumsal manada ne bir destek vaadi ne de partinin bağlı olduğu bir cemaat olmamıştır.
Bu konuda 1994 seçimlerinde Esat Coşan Cemaati Büyük Birlik Partisi’ni kurumsal olarak destekleyeceğini açıklamış olduğundan dolayı istisna olarak sayılabilir. Cemaatlerin yukarıda da zikrettiğimiz gibi siyasete çıkar anlayışından bakmalarından dolayı iktidar partisini desteklemeleri olmuştur. Bu durum siyasetteki anlayışla da alakalı bir durumdur.
Bu durumu ben bir aldanma olarak görmüyorum. Kuruluş döneminde böyle bir destek verilip oy verilmeseydi evet aldanma olarak görülebilirdi. Ancak böyle bir husus olmadığı için Büyük Birlik Partisi açısından ortada bir aldanma yoktur.
Ancak şunu da ilave etmemiz gerekmektedir. Ülkemizde çoğu cemaat Muhsin Yazıcıoğlu ismi ile kendi cemaatlerinin ismini yan yana görmeyi veya Muhsin Yazıcıoğlu’nun kendi cemaatlerinin müridi olarak söylenmesini bir şeref saymaktadır. Bu açıdan bakıldığı zaman Muhsin Yazıcıoğlu’nu hem sevip, onu dosdoğru bir lider olarak görüp ona oy vermemeleri cemaatlerin kendi içlerinde yaşadığı tutarsızlığın göstergesi olarak görülebilir.
İktidardaki partiler kendi dışlarında birilerinin varlığına ihtiyaç duyduklarında öncelikle MHP ile beraber BBP adının kamuoyunda akla gelmesinin sizce sebepleri neler olabilir?
1993 yılında kurulan Büyük Birlik Partisi seçmenleri ile iktidar partisinin seçmenleri aynı fikirlere inanan kesimlerden oluşmaktadır. Bundan dolayıdır ki seçmen profili yakın olan partiler desteğe ihtiyaç duyduğu zaman kendilerine yakın olan partiler ile anılmaktadır. Bu durum da doğal bir durumdur. Burada önemli olan husus muhalefet partilerinin iktidarın doğrusunun yanında olması yanlışının karşısında olmasıdır. Bu denge bozulduğunda asıl sıkıntılar ortaya çıkmaktadır. Bu konuda Büyük Birlik Partisi özellikle Muhsin Yazıcıoğlu özelinde her daim hükümetlerin yapmış olduğu doğru işleri desteklemiş milletin veya ülkenin zararına olan faaliyetlerin ise karşısında olmuştur.
Devlete sürekli kutsallık ve yücelik atfetmenin, siyasi iktidara sahip olanların taleplerini “devlet karar vermişse bize saygı duymak düşer” tarzında sorgulamadan sahiplenmenin milliyetçi camia için bir omurgasızlık ve kişilik zafiyeti olduğunu düşünür müsünüz?
12 Eylül’de Ülkücüler Yusufiye dedikleri hapishanelerde devletin kutsallığı konusunu çok tartışmış ve bu kavramdan da uzaklaşmışlardır. Ancak devlet kavramı ile siyasi iktidar (hükümet) kavramları birbirinden ayrı kavramlardır. Bu kavramların karıştığı dönemler olmakta ve bu durum da milliyetçi camiaya zarar vermektedir. Bu durum aslında biraz da tarihimizden bize miras kalan bir durumdur. Bizler devlet baba, lidere itaat vb. kavramlar ile tarih boyunca yetişen bir millet olmamızdan kaynaklanmaktadır. Oysaki çok partili hayata geçildikten sonra devlet ile hükümet kavramları ayrı birer kavram olarak karşımızdadır. Bu sebeple ülkeyi yöneten siyasi iktidarın yapmış olduğu icraatların sorgulamadan kabul edilmesi, vardır bir bildikleri düşüncesi ile olaya bakılması yanlış bir husustur. Muhsin Yazıcıoğlu partiyi kurarken Allah’ın birliği ve Peygamberin risaleti dışında hiçbir mutlak hakikat tanımıyoruz diyerek bu konuya bakışını net olarak ortaya koymuştur. Doğruların değişebileceği, tartışabileceğini de Milli Mutabakat Çağrısında dile getirmiştir.
Ancak bu anlayış camiamız içerisinde maalesef hala devam etmektedir. Sekiz yılı aşkın bir süredir Muhsin Yazıcıoğlu ve arkadaşlarının davası açılmamıştır. Bu konuda bile hükümetin vardır bir bildiği düşüncesinde olan ve bu duruma tepki vermeyen bir kitlenin olması bunun en açık örneğidir.
Rahmetli Abdurrahim Karakoç’tan Sayın Lütfü Şehsuvaroğlu’na kadar kültür ve sanat adamlarının da tıpkı koptukları parti gibi BBP bünyesinde barınamamalarını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Kültür ve sanat adamlarının dünyaya bakışı ile siyaset arasında çok büyük farklar olması bunun en önemli sebebidir. Abdurrahim Karakoç partinin kurucusudur. Ancak Karakoç bir siyasi parti üyesi olmak için değil Muhsin Başkana destek olma adına siyasette yer almış ve kısa süre sonra siyaset ile kendi doğrularının çakıştığını görüp ayrılmıştır. Lütfi Şehsuvaroğlu hareketimizin önemli isimlerinden birisidir. Muhsin Yazıcıoğlu’nun MÇP’den ayrılması konusunda da şerh koyan, ayrılmasını istemeyen, parti kurulurken erken kurulduğunu hatta vakıf olarak devam edilmesi gerektiğini belirten bir görüşe sahiptir. Kendisi parti kurucusu da olmamıştır. Muhsin Yazıcıoğlu’na destek olmak için Büyük Birlik Partisi’nden üç defa aday olmuştur. Parti içerisinde hiç görev almadığı için koptuğunu söyleyemeyiz. Muhsin Başkanın vefatına kadar onunla birlikte yürümüştür.
Bu güzel söyleşi için çok teşekkür ederim.
Bu kitabı hazırladığınız için biz size teşekkür ederiz.
Ömer UMUR, Türk Siyasi Hayatında Büyük Birlik Partisi
Yazar: Kadir Kaan GÜLER
Yazar: Oğuzhan SAYGILI