Osmanlı İmparatorluğu, yaklaşık dört asırlık şaşaalı döneminin ardından dağılma sürecine girmiştir. Sürekli hâle gelen toprak kayıpları ile direnci kırılmaya başlayan İmparatorluk’ta hâliyle çeşitli politikalar ortaya çıkmış, devletin kurtarılabilmesi için gayret sarf edilmiştir. Bu dönemde en çok dikkat çeken akımlar; Osmanlıcılık, İslâmcılık ve Türkçülük olmuştur. Osmanlıcılık ve İslâmcılık akımlarının, devleti kurtarabilmek için istenen tesiri verememesi üzerine, fikrî anlamda Türkçülüğün sahneye çıkış sürecine girilmiştir. Özellikle Balkanlar’daki toprak kayıpları bu akımların doğru incelenebilmesi açısından önemlidir. Zira Balkan Savaşlarının kaybedilmesiyle Osmanlıcılık ve İslâmcılık sekteye uğramıştır. Balkan felaketinin, Türkçülüğün gelişimini de hızlandırdığı söylenebilir. Mehmet Kaan Çalen’in, Yahya Kemal Taştan’dan aktardığına göre; Türk Milliyetçiliğinin tam anlamıyla ortaya çıkabilmesi için Gökalp’in ifade ettiği gibi bir millî felakete ihtiyaç vardır. Balkan faciası da Türklerin millî şuuru üzerinde bu rolü oynamıştır. (s.23) Türkçülük fikri, Osmanlıcılık ve İslâmcılık karşısında büyük mücadeleler vermiştir. Osmanlıcı ve İslâmcı çevreler tarafından Türkçüler sık sık tenkit edilmişlerdir. Bazen dinsizlik bazen faşizm gibi suçlamalarla karşılaşan Türkçüler, bir yandan fikirlerini anlatmak bir yandan da bu ithamlara karşılık vermek zorunda kalmışlardır. Türkçülüğün gelişimini anlayabilmek için bu tartışmaların da incelenmesi zarurîdir.
Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü’nde öğretim üyesi olan Yrd. Doç. Dr. Mehmet Kaan Çalen’in, Ötüken Neşriyat tarafından yayımlanan Osmanlıcılık ve İslâmcılık Karşısında Türkçülük adlı eseri bu açıdan önemli ve işimizi kolaylaştıracak cinstendir. Çalen, Türkçülüğün ortaya çıkışını, gelişimini ve diğer iki akım karşısındaki konumunu sistematik bir şekilde incelemiş, bu akımların en önemli savunucularının yazdıklarına yer vererek karşılaştırmalar yapmıştır. Üç bölümden oluşan kitapta, ilk olarak Türkçülüğün tarihi işlenmiş, Türkçülük ne zaman doğdu, sorusuna yanıt aranmıştır. Bu bölümde, çoğunlukla Yusuf Akçura ve Ziya Gökalp’ten alıntılar yapılarak Türkçülük fikrinin ilk ağızlardan tanımı yapılmıştır. Aynı zamanda, Türkçülük fikrinin artık yerleşmeye başladığını gösteren derneklerden bahsedilmiş, faaliyetleri ve amaçları açıklanmıştır.
Kitabın asıl amacını teşkil eden ikinci ve üçüncü bölümlerde, Türkçülerle Osmanlıcılık ve İslâmcılık akımlarının temsilcileri arasındaki tartışmalar kaleme alınmıştır. Yaşanan bu tartışmalar, Türkçülük fikrinin yaşadığı sancılı süreci göstermektedir. Türkçü tarafta baş aktörler, Yusuf Akçura ve Ahmed Ağaoğlu’dur. Bu bölümlerde dikkat çeken hususlardan biri, Osmanlıcılık ve İslâmcılık taraftarlarının yazılarındaki kışkırtıcı üslubudur. Özellikle Süleyman Nazif’in Türkçülüğe karşı çok saldırgan bir tavır takındığı görülmektedir. Mesela Nazif’in, Türklerin bir medeniyetten yoksun olduğu fikrini savunması, Türkçüleri sürekli dinsizlikle suçlama gayretlerine girişmesi Ahmed Ağaoğlu’nu hayli sinirlendirmektedir.
Bu tartışmalardan kısaca bahsetmek gerekirse; Süleyman Nazif, Osmanlı’dan önceki Türk varlığını tamamen reddetmekte, varlığını Osmanlı’nın varlığına, Osmanlı’daki tüm unsurlara dayandırmaktadır. Nazif, “Bizim damarlarımızda bugün hususî bir kan var ki o da Osmanlı kanıdır.” diyerek bir anlamda Osmanlı’nın bir millet adı olduğunu iddia etmiştir. (s.102) Ağaoğlu da bu düşüncelere karşılık olarak, Osmanlı tarihini anlamak ve sevmek için mutlaka Selçuklu Türklerini öğrenmek ve anlamak, onları öğrenmek ve anlamak için umum Türkleri, mazilerini, teşkilât-ı kadîmelerini, ahlak ve seciyelerini bilmek gerektiğini dile getirmiştir. (s.109) Görüldüğü gibi, Nazif’in, milliyetçilik anlayışını 600 yıla sığdırmasına karşılık Ağaoğlu, Türk adının varlığına dikkat çekmek istemiştir. Ağaoğlu, Selçuklu ve Osmanlı’nın Türk ailesi içinde değerlendirilmesi gerektiği konusunda kendisini ikna etmeye çalışmıştır. Nazif’in bu iddiasına karşı verilecek en güzel yanıtlardan biri Ömer Seyfeddin’den alıntılanmıştır. Ömer Seyfeddin, “Eğer Osmanlı milleti var olsaydı Rumeli’de Bulgarların, Sırpların, Rumların, Arnavutların Osmanlılığı devam ettirmeleri gerekirdi.” şeklindeki yorumu ile Osmanlıcılık fikrinin Balkan Savaşları ile sona erdiğini ve Osmanlı’nın bir millet adı olmadığını ifade etmiştir. (s.124)
Tuncer Baykara, Türk Adının Anlamı adlı kitabında “Osmanlı” ile “Türk” kavramlarının arasında hiçbir fark olmadığını, bu ikisini ayrı tutmanın akla, mantığa ve bilime aykırı olduğunu söylemektedir.[1] “Türk”, bir ırkın adıdır. “Osmanlı” ise hanedan adıdır. Hanedan isminden bir millet inşa etmek hangi mantığa sığar? Aynı dili konuşan, aynı kültüre sahip olan toplulukları ayrı milletler olarak görmek gerçekten hem akla hem bilime aykırıdır. Osmanlı ve Türk kavramları arasındaki kıyaslamayı Osmanlı ve Selçuklu arasında da yapabiliriz. Demek ki; bir Osmanlıcılık savunucusuna göre Hun, Selçuklu, Osmanlı farklı milletlerdir. Örneği genişleterek bu kümenin içine “Türk” kavramını da sokabiliriz. Tahmin edebileceğimiz üzere aynı kesim, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olan Türkleri de ayrı bir millet kategorisine sokacaklardı. Bu teoriye göre, Orhun Yazıtları onlar için bir şey ifade etmez, yalnızca 1300 yıl önce dünya sahnesinde var olan herhangi bir milletten kalan tarihi eserler olarak görülebilir! Gerçi o milletin adı da “Türk”tü değil mi? Aynı mantıktan hareketle, “Türk milleti” (Göktürk) ve “Türk milleti” (Türkiye) farklı milletler midir?
İşte, Türkçülerin verdiği mücadeleden kasıt budur. Türkçüler, doğal olarak Osmanlı’dan öncesini de fikir sistemlerinin içine sokmuşken, Osmanlıcılar bu tezi asla kabul etmemektedir. İslâmcılar ise Türkçülük fikrinin, ırkçılık ve din düşmanlığı olduğunu savunmaktadır. Yazar, Osmanlıcıların Hücumları, Türkçülerin Müdafaa Hatları bölümünde, Türkçülüğün zararları (!) hakkında ortaya atılan tüm iddiaları başlıklar hâlinde sıralamış ve incelemiştir. Osmanlıcılar, Türkçülüğün İmparatorluğu parçalayacağından ve bir Osmanlı milletinin varlığından söz etmektedir. İslâmcılar ise Türkçülüğün İslâm birliğini bozacağı korkusunu taşımaktadır, bu yüzden eleştirme yoluna gitmişlerdir.[2]
Hamdullah Suphi, Ağaoğlu, Gökalp gibi aydınların yaptıkları değerlendirmelerde, Türkçülerin İslâm’a karşı menfî amaçları olmadığına, aksine çoğu zaman İslâm’ı yücelttiklerine şâhit olmak mümkündür. Örneğin; Ağaoğlu, dinsiz ve dine önem vermeyen milletçilerin bile mensup olduğu milletin dinini dikkate almak zorunda olduğunu ifade etmiştir. (s.193) Ayrıca, Türklüğün İslâm’a ve İslâm’ın Türklüğe hizmetlerinden bahsedilmesi de Türk milliyetçiliğinin meşru hale getirilmesi için başvurulan yöntemlerdendir. Yazarın, kitabın hazırlanma amaçlarından birini taşıdığını düşündüğüm şu cümlesi durumu özetler niteliktedir: “Türkçülerin bütün çabaları İslâm ümmetinin içinde Türk milletinin mevcudiyetinin tanınması içindi.” (s.184)
Savunulur ya da savunulmaz, o ayrı, ama İslâmcılık, Osmanlıcılık ve Türkçülük akımlarının üçünde de Osmanlı İmparatorluğu’nu kurtarmak, eski günlerine geri döndürmek amaçlanmıştır. Biri din temelli, biri devlet temelli, biri de ırk temelli olsa da, üçü de bazı kesimler tarafından “milliyetçilik” olarak lanse edilmiştir. İlk ortaya çıkış amaçları benzer olduğu hâlde, nedense en çok itiraz her zaman Türkçülük fikrine gelmiştir. Bunu ispatlamak çok zor değil. Bir defa, Osmanlıcılık ve İslâmcılık akımları ve temsilcileri devlet desteğini çoğunlukla arkalarında hissetmişlerdir. Bu iki akımın temsilcileri, fikirlerini daha rahat dile getirirken, Türkçüler genellikle onlara cevap yetiştirmeye çalışmış, kendilerini savunmak ve iki kat mücadele vermek durumunda kalmışlardır. Belki de bu sebeple fikir sisteminin tam olarak yerleşmesi gecikmiştir. Bunun dışında, İmparatorluk ve Cumhuriyet dönemlerinde en çok cefa çekenler yine Türkçüler olmuştur. Çeşitli dönemlerde ırkçılıkla, dinsizlikle, bölücülükle suçlanan ve mahkûmiyet, işkenceler, sürgünler yaşayan Türkçüler, bugün de hala mücadele hâlindedir. Ancak şimdiki mücadele, yüz yıl öncesine göre elbette daha kolaydır.
Mehmet Kaan Çalen’in, kitabında derlediği iddialar ve savunmalar, Osmanlıcı ve İslâmcı çevrelere karşı yeterli yanıtları barındırmaktadır ve bugün için de geçerliliğini korumaktadır. Zira yüz yıl önceki saldırılarla bugünkü saldırıları kıyasladığımızda maalesef arada büyük farklar görülmemektedir. Bana göre sorun, Türkçülerin kendilerini yeterince ifade edememesi değildir, ancak yine de tekrar tekrar anlattıkça, Türkçülük fikrinin bir gün anlaşılacağını umuyorum. Bu nedenle, Mehmet Kaan Çalen’in önemli ve okunması gereken bir esere imza attığını düşünüyorum. Kitapta alıntılanan kısımların dili hâliyle biraz ağır, ancak fazla hacimli bir kitap olmadığından rahatlıkla okunabilir. Ayrıca, fikrî tartışmaların okuyucunun ilgisini çekeceğine inanıyorum. Bu kitabın, Osmanlıcılık ve İslâmcılık karşısında Türkçülüğün mücadelelerini ilk savunucularından öğrenebilmek için ideal bir eser olduğunu, aynı zamanda, ilgili konularda yapılacak araştırmalar için de mühim bir kaynak olma özelliği taşıdığını düşünüyorum.
[1] Baykara, Tuncer, Türk Adının Anlamı, s.23, Bilge Kültür Sanat, 1. Baskı, İstanbul, Mayıs 2017
[2] Ülken, Hilmi Ziya, Türkiye’de Çağdaş Düşünce Tarihi, s.203, Ülken Yayınları, 4. Baskı, İstanbul, 1994
Mehmet Kaan ÇALEN, İstanbul, Ötüken Neşriyat, 2017, 236 Sayfa, ISBN: 978-605-155-56-52
Yazar: Ömer KARABAYIR