Türkçülük, günümüze değin birbirinden kıymetli münevverlerin savunduğu bir fikir olarak ön plana çıkmıştır. Millet sevgisinin kaynaştırdığı aydın zümre, daha okul sıralarında bir araya gelerek vatanın sorunlarına kafa yormuştur. Fikirdaşlık, ilerleyen zamanlarda kardeşlik hukukunun doğmasına ne olmuştur. Zor şartların bir araya getirdiği Türk münevverlerinden Yusuf Akçura ve Ahmet Ferit Tek de Osmanlı’nın son, Cumhuriyet’inse ilk yıllarında Türkçülüğün fikir yükünü çekerek, âdeta kalemleriyle savaşmışlardır. Bitmeyen mücadele ve harp hâli, yazılan satırlara yansımıştır. Dergi, gazete ve kitaplar, fikrin güçlü mevzii hâline gelirken cephe gerisi yani özel hayata dair yazılanlar bu keşmekeşin içinde kaybolmuştur. Ne var ki 2023 Eylülünde raflardaki yerini alan, İsmail Türkoğlu ve Ömür Ceylan tarafından hazırlanan Ahmet Ferit’e Mektuplar isimli, Yusuf Akçura’nın mektuplarını içeren eser, merak edilen özel hayata ek olarak, karanlıkta kalmış birçok konuyu da aydınlatmaya namzettir.
Yusuf Akçura ve Ahmet Ferit Tek’in arkadaşlığı Kuleli Askeri Lisesinde başlar. Uzun süreli yoldaşlığın içinde sürgün, mahpus ve gurbet gibi merhaleler vardır. Bu yoldaşlığın hatırasına, aralarına mesafe giren büyük Türkçüler kaderin onları götürdüğü yerlerden birbirlerine yazmaya devam ederler. Tabii aralarındaki uzun muhabereye rağmen araştırmacıların eline geçen mektup sayısı fazla sayılmaz. Yusuf Akçura’nın aynı isimli torunu Yusuf Akçura tarafından, eseri hazırlayanlara ulaştırılan mektuplar, nitelikli bir çalışmanın ardından, Osmanlı Türkçesinden transkribe edilerek dilimize kazandırılır ve sonrasında bahse konu kitap ortaya çıkar.
Her şeyden evvel izah edilmesi gereken husus, diğer edebî ürünlere nazaran mektubun çok yönlü bir biçimde kendisini gösterdiği gerçeğidir. Yusuf Akçura’nın mektuplarında da bu hakikat daha ilk satırlardan itibaren ortaya çıkar. Misal fikrî ya da edebî olsun, genelde yazılan konular metnin ana akışını bozma endişesinden dolayı aynı minvaldedir ama mektuplarda benzer zorunluluk yoktur. Bu nedenle özel hayattan siyasi yaşama, uzun zaman dilimindeki yaşantılardan anlık kısa anılara uzanan, içerisine türlü türlü anlatıların girdiği bir metinle karşılaşmak olasıdır. Akçura’nın mektuplarında da konudan konuya atlanan bir anlatım biçimi fark edilir.
Akçura’nın mektupları, 1902 ve 1933 yılları arasında yazılmış 54 mektuptan oluşur. Bu mektuplardan bazılarının bir paragraf kadar kısa olup, kartpostal arkasında yer kapladığı görülür, bazıları ise sayfalarca yer kaplar. Gerek uzun gerekse kısa yazılmış olsun, mektupların gayet güç anlaşılabilecek bir el yazısıyla kaleme alındığı dikkat çeker. Bu da araştırmacıların mektupları çevirirken karşılaştıkları zorlukları kanıtlar. Çünkü, Akçura zengin bilgi ve kültür birikimini bazen satırlara yansıtır. Zira farklı coğrafyalarda ve kültürlerde süren hikâyesinden dolayı Akçura’nın üslubu, alışılagelmişin dışında olup, ayrı olarak deşifre edilmesi gereken hususiyetleri de içerir.
İlk aşamada, yazılan mektupların doğal olarak bir monolog olduğu akla gelir. Ama bazen Akçura, Ahmet Ferit’e konuyu hatırlatmak için soru cümlesiyle hitap ederek, cevaben anlatım tarzını benimser. Bu sayede, konu kısa da olsa diyalog hüviyeti kazanır. Bu kısımlarda, iki münevverin ne üzerine konuştukları daha açık bir biçimde anlaşılır. Aslında mevzunun dost muhabbeti olmasına binaen çoğu zaman mektuplar ağır jargon, terminoloji ve bilimsel fikir teatisi içermez.
Mektupların genelinde, içinde bulunulan duruma ilişkin değerlendirmeler ve bilgilendirmeler yapılır. Bazı çetrefilli dünyevi mevzular üzerinde detaylı durulur. Bazen yaşantılarla ilgili durumlar birkaç satırla geçiştirilirken, dönemin siyasi havasına dair önemli bilgiler verilir. Misal 1905 Rus Devrimi’nde Rusya’da bulunan Akçura, dönemin siyasi havasını muhatabına ziyadesiyle iyi yansıtır. Üstelik içinde bulunulan siyasi atmosferin müsait oluşuna binaen, Tatarların kazanımlarının peşinde olan Akçura, mücadeleye dair kıymetli bilgileri Tek’le paylaşır.
Mektuplarda, Rus Devrimi’ne ilişkin satırların yüksek önemi haizdir. Çünkü Rusya’da siyasi hayatın nabzının attığı Rus meclisine (Duma) dair gözlemler, Tatar elitlerinin siyasi tavırları, Rus devleti tarafından yapılan baskılar, devrin siyasi figürlerine dair biyografik kısa notlar, Tatar-Müslüman mücadelesinin önemli köşe taşları Akçura tarafından kalem kalem Tek’e anlatılır. Bu satırlar, Rusya Müslümanlarının mücadelesinin ne şartlarda ve hangi zorluklarla karşılaşılarak yapıldığını kanıtlar. Her ne kadar Akçura, kendi üzerine yoğunlaşan bir anlatıyla durumu izah etse de o dönemde yaşayan bir Türk münevverinin geleceğe dair siyasi ve sosyal endişelerine ses verir.
Tabii Akçura’nın bir Türk münevveri olduğu, mektuplara tüm yönleriyle yansır. Akçura, yazdığı makalelerden ve okuduğu eserlerden sürekli bahseder. Hatta hangi eserleri tercih ettiğine, okumasını nasıl şekillendirdiğine dair bilgiler verir. Misal gündüz fikrî eserleri okurken, gece roman okuduğundan bahseder. Bazen eserlere dair üstü kapalı göndermeler yapar. Öyle ki bazen bir mektupta rastlanması biraz zor değinilere parmak basar. Örneğin okuduğu gazetede (Şurayı Ümmet) yer alan bir makaleyi kelimelerine varıncaya kadar eleştirir. Bahse konu mektubundan, Akçura’nın tenkit metodu hakkında fikir edinmek bile mümkündür. Eleştiri demişken, Akçura’nın Tek’in tarzına ilişkin şu satırları ilginçtir:
“Yalnız sizi yeni bir genrecritique (eleştiri) açtığınız için -Türk edebiyatı siyasesinde- bir nevi hizmet ediyorsunuz diyebileceğim. Şimdiye kadar kritik, Türk Edebiyat Siyasesinde, bilhassa belki Osmanlı Türklerinde, sövüp saymaktan ibaretti. Siz onun yerine öperek ısırmak, okşayarak dövmek, ne bileyim ben, methederek haşlamak usulünü koyuyorsunuz.”
Bugünün Türkiye’sinde bile eleştiri kültürünün tam olarak oturmadığına istinaden hâlen sövüp saymayı eleştiri zannedenlerin olduğu hesap edilirse, Akçura’nın yüz küsur yıl öncesinde yerinde bir tespit yaptığı görülür.Ek olarak, münevver kimliğini eğitimci sıfatıyla taçlandıran Akçura’nın; derslerini nasıl işlediği, verdiği derslere nasıl hazırlandığı ve hangi kitaplar üzerinden konularını anlattığı gibi bilgiler de göze çarpar.
Hem mektup yazarının hem de mektubun muhatabının muharrir olmasına istinaden bazen yayın dünyasına dair değerlendirmeler de satırlara yansır. Böylelikle dönemin yayın hayatına dair önemli bilgileri elde etmek mümkündür. Üstelik edebî macerasını yurt dışında sürdüren münevverlerin çektikleri zorlukların da yabana atılmaması gerektiği anlaşılır. Dönemde çıkan dergi ve gazetelerin içeriklerine ve Rus-Tatar basınına dair bilgilere de eser vasıtasıyla ulaşılabilir. Üstelik Akçura’nın sık sık kitaplardan bahsetmesi, okuduklarını değerlendirmesi, yollanmasını istediği ve satın aldığı kitapları ismen söylemesi onun entelektüel yönünün nasıl şekillendiğini, ayrıca hangi eserlere ve fikirlere kıymet verdiğini ortaya koyar. Hatta ömrünün son yıllarında, yaşı kemale erdiği zaman bile okumayı bırakmayan Akçura, sabahtan akşama kadar Osmanlı vakanüvislerini okuduğundan bahseder. Öyle ki Osmanlı tarihçilerini lafı fazla uzattıkları ve okuru sıktıkları için eleştirir. Üstelik Akçura’nın mektuplarının havası bazen fazlasıyla değişir. Bulabildiği her ortamda kaleme sarılarak mektuplarını yazar (misal bir mektubunu vapurda kaleme alır). Ayrıca o an, içindeki ruhi durumunu samimi ve güçlü bir edebî dille izah eder. Hislerinin böyle katıksız bir şekilde satırlara yansıması, Akçura’nın sadece fikirden oluşan, mermerleşmiş katılığa sahip bir kişilikten ibaret olmadığını da kanıtlar. Üstelik mahrem denilebilecek ilk gönül macerasına dair bilgilerden de mektuplarında bahseder.
Sonuçta, Akçura mektuplarla dostuna seslenir. Ama mektupların kapsamı o kadar geniştir ki herkes, ilgisi nispetince onlarda bir şeyler bulabilir. Bu nedenle Akçura’nın mektuplarının, sonrası için birçok esere referans olabileceği malumdur. Fakat en önemlisi, onun milletine seslenen bir münevver olduğu gerçeğidir. Akçura her eserinde, milletini uyarmasını, ona yol göstermesini bilir. Bazen içinde bulunduğu durum onu öylesine darlar ki çıkacak yol bulamaz. Misal Rusya Müslümanlarının batağa saplandığı Rus Devrimi sonrası (1906), müsait bir ortamda, kendisini gerçekleştiremeyen, gerektiği gibi kazanımlarını elde edemeyen milleti hakkında şu yorumda bulunur:
“Oh, bu zavallı millete o kadar adam kıtlığı ki… Tabir-i diğerle deliler o kadar az ki… Yok, akıllılarla bilgililer de az. Cemiyetimizin kaymağı olan idare-i merkeziyelerinde değil iş bilen, söz anlar adamlar yok desem pek az mübalağa etmiş olurum. Of, sıkılıyorum. Hepsiyle boğaz boğaza kavga edeceğim geliyor. Yalnız geliyor değil, ediyorum. Cümlesinde hodperestlik, menfaatperestlik, faide-i maddiyye, arkasından dolaşmak; para, şöhret…”
Yusuf Akçura, Haz. İsmail Türkoğlu, Ömür Ceylan, Vakıfbank Kültür Yayınları, İstanbul, 2023, 367 sayfa, ISBN: 978-625-638-57-26
Yazar: Zafer SARAÇ